
Sabahattin Bilgiç • 19/12/2025

The Stone Roses (1989)
HAYATIMI DEĞİŞTİREN ALBÜMLER – 8
Madchester ruhunun mihenk taşı The Stone Roses (1989), yalnızca bir debut albüm değil; bir kuşağın stilini, sesini ve hayallerini şekillendiren bir dönüm noktası. Mani’nin Groove’u, Squire’ın gitarı ve Brown’un sesiyle İndie tarihine kazınan saf bir efsane.
1989 tarihli The Stone Roses, Britanya müzik tarihinde yalnızca estetik bir kırılma değil, aynı zamanda kültürel bir eşik olarak konumlanır. Albüm; 60’lar psikedelisi, Post-Punk mirası ve dans müziği Groove’unu bir araya getirerek Madchester akımının teorik ve pratik zeminini oluşturmuştur. Bu yönüyle yalnızca bir debut değil, bir referans metindir.

Gary ‘’Mani’’ Mounfield Anısına..
Shaun Ryder (Happy Mondays): Huzur içinde uyu Mani. İkiz oğullarına ve tüm ailesine en içten taziyelerimi sunuyorum.
Liam Gallagher (Oasis): Dostum Mani hakkındaki haberleri duyduğumdan beri tam bir şokta ve tamamen yıkılmış bir haldeyim.
Peter Hook (New Order): Aman Tanrım Mani.. Bu sefer kelimeler kifayetsiz kalıyor, gerçekten. İnanamıyorum. Ailesine sevgilerimi gönderiyorum. Bu çok üzücü. Mekânın cennet olsun dostum.

5 Kasım günü Stüdyoİmge sayfalarında yer verdiğimiz Happy Mondays’in otuz beş yıl önce yayınlanan “Pills ‘N’ Thrills And Bellyaches” albümü vesilesiyle Aralık ayında The Stone Roses’un ortalığı birbirine katan debut albümü “The Stone Roses”a yer vereceğimin müjdesini vermiştim. Aldığım notları derleyip yazıya dönüştürmek üzereyken The Stone Roses’un bas gitaristi Mani’nin ani ölümüyle tüm The Stone Roses hayranları gibi ben de şoka uğradım. Bu yazı vesilesiyle bu değerli müzisyene şükranlarımı sunabilirsem ne mutlu bana.
Happy Mondays’in geçen ay bahsettiğim albümünden sadece on sekiz ay önce 2 Mayıs 1989 tarihinde görücüye çıkan “The Stone Roses” (1989) albümü yıllar içersinde hakettiği değeri görerek Indie tarihinin ardından gelenleri en fazla etkileyen albümlerinden biri oldu. Geçen ay Madchester akımını oluşturan etmenlerden ve dönemin müzik ortamından bahsetmiştim. Bu ay Stone Roses bahsini açmışken dönemin sokak modasını da etkileyen ana unsurlardan bahsedeyim ve tepeden tırnağa bir Madchester dinleyicisi profilini mercek altına alayım. Madchester’ın özgür ruhunu ve canlı havasını yansıtan Buckethat şapkalar, kare desenli flanel gömlekler ve bol kazaklar, dans ederken rahatlığı ön planda tutan bol paçalı baggy pantolonlar ve rahatlığı şıklıkla tamamlayan sneaker ayakkabılar dönemin sokak stilini tamamlıyordu.

1983 yılında Manchester’da temelleri atılan grup, 1985 yılında The Stone Roses ismini alana kadar, Mill, Patrol ve English Rose isimlerini kullanarak faaliyet göstermişlerdi. Kurulduğunda beş kişiden oluşan grup, konserlere devam etmiş ve yerel sahnede kendilerine hayran kitlesi yaratmakta zorlanmamıştı. Buna karşın emekleme döneminde yayınladıkları 45’likler ülke çapında maalesef ki ses getirememişti. Andy Couzens (Gitar) ve Pete Garner (Bas Gitar) ayrılığı sonrasına Gary ‘’Mani’’ Mounfield (Bas Gitar) isimli yetenekli müzisyenin katılımıyla klasik dörtlü bir araya gelmişti. Ian Brown (Vokal), John Squire (Gitar), Alan ’Reni’ Wren (Davul) ve Gary ‘Mani’ Mounfield (Bas Gitar). Mani’nin katılımıyla grubun soundu sıkılaşmış, müzisyenin gruba kattığı groove The Stone Roses’u diğer Madchester gruplarından ayırmıştı.

1987 yılında bağımsız plak şirketi Silvertone Records ile yaptıkları anlaşma sonrasında kolları sıvayan grup, 1988’in Ekim ayında ilk işaret fişeğini “Elephant Stone” ile çakmış ve medyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Takip eden tekli “Made Of Stone” ile başarı grafikleri yükselmiş ve ünleri Birleşik Krallığa dalga dalga yayılmaya başlamıştı. Bu iki şarkı isminde geçen ve grubun ismine atıfta bulunan ‘Stone’ kelimesi gruba uğurlu gelmiş, bir sonraki materyal olarak yayınlanması planlanan ilk uzunçalar albüm büyük bir merak uyandırmıştı.
Dokuz aylık kayıt süreci 1989 yılının başlarında nihayete ermiş ve The Stone Roses’un kendi isimlerini taşıyan ilk bebeği aynı yılın 2 Mayıs 1989 tarihinde dünyaya gelmişti. Prodüktörlük koltuğunda oturan John Leckie, Pink Floyd’la “Meddle” albümünde çalışmış deneyimli bir yapımcıydı.
Albümün İngiltere’de piyasaya sürülen orijinal ilk baskılarında A yüzünde 5, B yüzünde 6 olmak üzere toplamda 11 şarkı yer alıyordu.
ŞARKI LİSTESİ
A1 : I Wanna Be Adore – 04:52
A2 : She Bangs The Drums – 03:42
A3 : Waterfall – 04:37
A4 : Don’t Stop – 05:17
A5 : Bye Bye Badman – 04:00
B1 : Elizabeth My Dear – 00:59
B2 : Song For My Sugar Spun Sister – 03:25
B3 : Made Of Stone – 04:10
B4 : Shoot You Down – 04:10
B5 : This Is The One – 04:58
B6 : I Am The Resurrection – 08:12

The Stone Roses albümü Rock tarihinin en güzel açılış şarkılarından birinin – “I Wanna Be Adored” – açılış cümlesiyle başlıyor; ‘’Ruhumu satmama gerek yok, o zaten içimde’’. Ian Brown’un eşsiz ve sıradışı vokal performansı nasıl bir albümle karşılaşacağımıza dair gerekli ipucunu fazlasıya veriyordu. “She Bangs The Drums”, âşık olma coşkunluğu hakkında enerjik bir şarkı. Aynı telden çalan rüya gibi şarkı “Waterfall”, hem yenilikçi hem de iyi hissettiren bir marş. Devam şarkısı “Don’t Stop”, “Waterfall”un tersten çalınmış haliydi. A yüzünü kapatan “Bye Bye Badman”, 1968 yılında Paris’te vukubulan öğrenci isyanlarına bir göndermeydi.
B yüzünün açılış şarkısı “Elizabeth My Dear”, “Scarborough Fair” şarkısının monarşi karşıtı bir şarkı olarak yeniden yazılmış haliydi. “Song For My Sugar Spun Sister” ile tempo düşmezken, albümün zirve anları “Made Of Stone“un ilk notalarının duyulmasıyla başlıyordu. The Stone Roses dinleyiciye dört dakika on saniye boyunca bulutların üzerinde olmak hissiyatını yaşatıyordu. “Shoot You Down” ve “This Is The One” albümün sonunun habercisiyken sekiz dakika on saniyelik son şarkı “I Am The Resurrection” adeta nefesleri kesmekte. The Stone Roses klasiği olan bu şarkı o kadar güçlü bir şarkı ki albümü tekrar tekrar dinlemek için elinizin pikaba gitmesi muhtemel.

“The Stone Roses” albümü çıktıktan sonra tüm otoriteler tarafından gitar Pop klasiği olarak göklere çıkartılmıştı. O zamana dek Londra’nın salaş mekânlarında bir avuç seyirciye çalan The Stone Roses, Alexandra Palace’da 7.500 kişinin önünde çalmayı başarmıştı. Brit Pop döneminin habersiz bir şekilde yolunu açacak olan dörtlü hem hayranlar hem de basın tarafından el üstünde tutulmuştu.
Grupla, albümle ve dönemle özdeşleşen plak kapağı artwork’ünden de bahsedeyim kısaca. Albümün plak kapağı konsepti gitarist John Squire tarafından dizayn edilip çizilmişti. Jackson Pollack’ın aksiyon resim tekniğinden ve Paris öğrenci olaylarından esinlenen sanatçı renk cümbüşü şeklindeki kolajını limon dilimleriyle süslemişti. Biliyorsunuz Parisli isyancılar biber gazının etkilerini azaltmak için yanlarında limon taşıyorlardı. Yetenekli gitarist ilerleyen yıllarda resim sanatçısı olarak da açtığı sergiler ve tasarladığı albüm kapaklarıyla kendini kabul ettirecekti.

Albümün etkileri devam ederken 27 Mayıs 1990 tarihinde headliner olarak katıldıkları ve biletleri günler öncesinden biten tek günlük festival Spike Island’da sahne alan The Stone Roses o ana dek kariyerlerinde en büyük kalabalığa (yaklaşık 25.000 – 30.000 civarı) çalarak sansasyonel bir canlı performansa imza atmıştı.

Ne var ki peri masalı günleri birden kabusa dönüşmüştü. Önce bağlı bulundukları Silvertone Records’la grubun iznini almadan kayıtları kullandığı gerekçesiyle mahkemelik olmuşlardı. Sonrasında yasal süreç boyunca yeni bir kayıt çıkarmaları yasaklanmış ve menajerleriyle yaşadıkları sorunlar yakaladıkları ivmenin düşmesine sebebiyet vermişti. Bir süre ortalıktan kaybolan The Stone Roses davayı kazanmış ve 4 milyon dolar avansla Geffen Recods’a geçerek ikinci albümleri “Second Coming”i ancak 1994 yılının sonunda yayınlayabilmişlerdi. Beklentileri karşılayamayan albüm sonrası grupta ilk çözülme başlamış, 1995 başında baterist Reni gruptan ayrılmıştı. Nisan 1996’da gitarist John Squire, ‘’Derin bir üzüntü duyarak ayrılma kararı almak durumunda kaldım. Yolların ayrılmasının bu noktada konuyla ilgili herkesin yararına olduğuna ve bunun, son birkaç yıldır aramızda yaşadığımız büyük toplumsal ve müziksel farklılıkların kaçınılmaz sonucu olduğuna inanıyorum. Onlara yeni ve daha büyük başarılar dilerim’’ sözleriyle gruptan ayrıldığını açıklamış ve hayranlarını hayal kırıklığına uğratmıştı. Ekim 1996 itibariyle faaliyetlerini durduran Stone Roses’dan Mani, Primal Scream’e katılmış, John Squire, Seahorses grubunu kurmuş ve Ian Brown’da solo kariyere soyunmuştu.

Yaklaşık 15 yıl aradan sonra Mani’nin annesinin vefatıyla yeniden bir araya gelen dörtlü, müzisyenin ısrarıyla provalara başlamış ve reniuon konserleri duyurusuyla müzik tarihinin en çok konuşulan olaylarından birine imza atmıştı. 2011 – 2017 yıllarını kapsayan dönemde iki yeni single yayınlayan The Stone Roses, Ian Brown’un sahnede haykırdığı ‘’Bittiği için üzülmeyin, yaşandığı için mutlu olun’’ sözleriyle efsaneler arasına karışmıştı.
2026’da yeni yazılarla yeniden Stüdyoİmge sayfalarında görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın.





