Mutlu Günhan Bozkurtlar • 16/12/2025

70’lerin romantik gençlik şarkılarından 80’lerin mistik ve felsefi evrenine uzanan benzersiz bir dönüşümün mimarı. Müziği; yalnızca duygulara değil, varoluşun en derin sorularına dokunan bir içsel seyahat alanı açtı. Her dönemi, kendi içinde bir manifestoydu.

Radyoda o çalıyordu…

Yoo, hayır, artık o çalmıyor; hatta artık radyo bile çalmıyor. Spotify listemde aniden belirdi ve beni radyoda çaldığı o günlere götürdü. “İşte Hayat Yine Akıp Gidiyor” diyordu; mutlu ve güzel olan eski günlerdeki gibi bütün dertler havada uçuşup kayboluyordu. Şarkı sözlerinin bir hikâyeyi anlattığı dönemlerdi ve en güzel hikâye anlatıcılardan biriydi İlhan İrem. Onun sayesinde bir süre için pek çoğumuz “Sazlıklardan Havalanan Ördekler” gibi şaşkın, ürkek ama umutlu hissettik.

Müziği değil, bir ruhun yankısını sizinle paylaşmak istiyorum. İlhan İrem’in şarkılarında kendimi ararken, fazlaca cesur davranarak hepimizi bulacağıma inanıyorum. Müzik, insanın kendine döndüğü yerse; ben de onun içime bıraktığı tınılarda bir duadaymış gibi tatlı bir fark edişle, her dizesinde onun parlak ışığını görerek ve her melodisinde o sessiz haykırışını duyarak sevdim onu. Ve yumuşattığı kalbimle hikâyelerimi tekrar ve tekrar yaşadım. Sizlerin de her bir şarkıda kendi hikâyenizi yeniden duyup bulmanızı diliyorum.

İlhan İrem, müziğini yalnızca bir melodi değil, insanın iç âlemine açılan sessiz bir kapı olarak gören nadir sanatçılardandı.

İlhan İrem’i her dinleyiş benim için yeniden bir doğuş oluyor. Onun sesiyle zaman duruyor, kelimeler anlamını buluyor, ritimlerle de tuhaf bir coşku geliyor. “Boşver Boşver Arkadaş”da teselli oluyor, “Olanlar Olmuş” deyip kabulleniyorum. “Konuşamıyorum” dediğinde ise içimdeki sessizlikte onun sesini duyuyorum. Aslında ben, onun şarkılarında aynı zaman içinde hem kayboluyorum hem de bulunuyorum.

Bu paylaşımımda amacım bir anma değil; bir hatırlama, bir teşekkür. Çünkü İlhan İrem bize sadece müziğini bırakmadı; sevginin ve teslimiyetin zarafetle nasıl yaşanacağını gösterdi. Onun şarkılarının izinde yaptığım içsel yolculuğumda, sizlerdeki “Yazık Oldu Yarınlara”da başka bir hikâyeniz olduğunu, “Anlasana”da başka türlü bir haykırışta olacağınızı biliyorum. Çünkü ışığa ve sevgiye çıkan tüm şarkılarında çok cömert davranarak hiçbirimizi ihmal etmedi ve bizleri aynı nakaratın çocukları yaptı.

“Ali Veli Maria”da mizahıyla, “Yurtta Barış Dünyada Barış”ta sevginin, barışın, sükûnun en sade hâliyle, “Sevecen”de çocuk kalbiyle buluşturdu.

İlhan İrem’in sadece müzisyen olmadığını, aynı zamanda bir ruh rehberi ve ışık yolcusu olduğunu düşünenler; onun bu ilahi yolculuğunun istasyonlarında iç seslerimiz dolaşsın diye sınırsız boşluklar bıraktığını bilir. Ona duyduğum sevgiyi ve bana verdiği ilhamı bu boşluklar içinde birkaç satırla anlatmaya çalışırken dilerim sizler de ondan aldığınız ilhamı hatırlarsınız.

“Her sevincin, her kederin, en ölümsüz sevgilerin, sonsuz denen göklerin, her şeyin bir sonu varsa, ayrılıkların da bir sonu var; bir gün çıkıp geleceksin, içimde bir ümit var, yeniden seveceksin.” çağrısıyla anlaşılmaya değil, hissedilmeye adanmış bir kalbi duyarak acılarımıza son verdik. Önce ona, sonra sevgiliye, en çok da kendimize inandık. Kendimizle, kendimizin bile bilmediği bir anlaşma yapıp sonrasında gidenlerin de zaten gidecek olduğunu kabul ettik. Gitmeliler ki zaten bu şarkılar yazılıp söylensin. 

HÜZÜN

“Yıllar var ki ben böyle bekliyorum; özleminle, anıların, umutların kaldı bende. Anlasana, anlasana, anlasana biraz daha gerçekleri anlasana. Senden ayrı günlerimi sana nasıl anlatsam ki? Mevsimsiz çiçekler gibi yarım kaldım. İnan ki sensizliğin acısını sen nereden bileceksin? Sen hiç sensiz kalmadın ki, mevsimleri saymadın ki…” O olmak, bütün olmak, bir olmak daha nasıl anlatılırdı ki … 

O ıslığın peşinden sürüklenişim: “Hatırlar mısın bilmem, yıllar geçti üstünden; yağmurlu bir akşam söyledim sevgimi ben. Belki yağmurdu bilmem, süzülen gözlerinden. Utanmış, kızarmış, kaçmıştın gözlerimden. ‘Yarınlar, yarınlar bizim’ demiştin. Yazık Oldu Yarınlara… Avunurum anılarla; hani nerede ümitlerim, hepsi sanki bir rüya. Hani biz bir bütündük su ile toprak gibi; döküldük, dile düştük bir solmuş yaprak gibi. Tanrı’dan dileğim bu: Sevenler, sevilenler, yarını bekleyenler olmasın bizim gibi…” Ondan başka kimse beni yarınlara inandıramasa da bunu varsayışım ve hissedişim… Bu serzenişiyle hatırladıkları ve hatırlattıklarıyla bütün bir ömrü 4.40 dakika içine sığdırmakla kalmıyor, bu acıyı başka kimse yaşamasın diye bir de Tanrıya yakarıyor. 

Aşkın kırılganlığını, zamanın geri dönüşsüzlüğünü ve insanın içindeki özgürlük arayışını aynı hüzünlü gökyüzünde buluşturan şiirsel birer haykırış….

“Seninle buğulu bir çiçek gibiyim, seninle boy verip yeşereceğim, seninle rüyalarda gerçek gibiyim, seninle ömür boyu güleceğim. Uçun kuşlar uçun, yârin olduğu yere, uçun kuşlar uçun alın götürün beni de sözlerin telefondan boğuk geliyor gözlerin çok uzaktan donuk geliyor her mevsim sen olmadan soğuk geliyor neredesin ömür sensiz geçip gidiyor seninle ayrı ayrı iki damlayız seninle geleceğe yağmalıyız ufukta bizi bekleyen günler var yeter ki aynı yöne koşmalıyız.” Hâlâ kanat çırpmaya devam ederken O her şey anlamını yeniden buluyor, güzel olan uçuşun kendisi oluyor kime ve nereye hiçbir önemi kalmıyor.

“Giderken bıraktığın asmalar üzüm olmuş yerlerde bütün kollar, bütün bağlar bozulmuş. Ben mi geç kaldım yoksa mevsimler mi solmuş? Görmeyeli buralara olanlar olmuş. Olanlar Olmuş, olanlar olmuş, olanlar olmuş. Giderken bıraktığım gökyüzü toprak olmuş, yıldızlar çakıl taşı, güneş bir yaprak olmuş. Ben mi yaşlandım yoksa dünya mı altüst olmuş? Kalsaydın, yokluğunla yok olmazdı bu şehir. Kaçmakla mutluluklar bulunmuyor, bunu bil. Yaprak kıpırdamıyor, yüreğim öyle susmuş. Sana, bana, sevgimize olanlar olmuş. Giderken bıraktığın gülüşler bakış olmuş, kahkahalar buralarda özlenen yakış olmuş. Ben mi gülmüyorum Tanrım, insanlar mı somurtmuş?” Teslimiyetin zarafetiyle “Olan olmuş” derken, aslında olanı affetmektir mesele. Geriye bir tek şarkı yazmak kalmıştır.

YALNIZLIK

“Uzaklarda bir düş kur, yapayalnız bir gülüş ol, o gülüşlerden bir ev kur; delilenme, git, gelme, dur. O zamansız zamanlarda, eğri büğrü sevdalarda, büküle büküle kıvrılan inanılmaz tutkularla, yalan yanlış aynalarda, baştan kara çıkmazlarda, Sürgün Gibi Masallarda… Dışı akşam içi gündüz yüzü bahar içinde güz gölgelerde gizli giz gölgelerde gizliyiz.” Hayatın kıyısında kalmış ruhlar için ne de güzel anlatıyor sevdalardaki aynalanmamızın ve masalların hiç bitmeyeceğini; böyle böyle kendimize varacağımızı…

İnsanın içindeki kırgınlığı, anlatılamayan duyguları ve zamanın durdurulamaz akışını tek bir iç çekişte birleştiren derin bir yabancılaşma hikâyesi…

“Sazlıklardan havalan bir ördek gibi; sesin ürkek, şaşkın, kararsız duyuyorum. Ve sen bir gökkuşağı kadar güzelsin ve az sonra gidecek, görüyorum. Ve ben yağmurlar altında bir yolcu, ıslak, yorgun, tutkulu yürüyorum. Sensiz ben yolumu bulamam. Haykırmak istiyorum: Konuşamıyorum, konuşamıyorum, konuşamıyorum. Konuşursam gözyaşlarım beni boğacak. Biliyorum, duyuyorum, görüyorum. Bu ayrılık akşamında. Sen sustuğuma bakma. Gücüm yok beni anla. Söyleyemediklerimi bak gözlerimden anla. Her zaman yanımda kal, hiç konuşma…” Konuşamadık, konuşamadık ve konuşamadık sustuk, kaldık; bu şarkıyı dinledik ve dinledik sessizliğin anlattıkları yankılandı içimizde bir zaman sonra konuşamadıklarımızı konuştuk, konuştuk ve konuştuk … 

Melih Kibar ve İlhan İrem

“Gittiğin gün hayat bitti sanmıştım, gittiğin gün ölümü yaşamıştım, gittiğin gün zaman durdu sanmıştım, meğerse ben yanılmışım. İşte Hayat Yine Akıp Gidiyor. İşte hayat yine akıp gidiyor, işte hayat sensiz de yaşanıyor. İşte hayat böyledir deniyor, zaman her şeyi siliyor. Öyle uzak şimdi bana yaşadığım hatıralar; bir bulanık film sanki senle dolu dakikalar. Bak yine de zaman zaman düşünürsem gözlerini, her yanımı anlatılmaz yemyeşil bir sızı kaplar. Bence artık sen sönmüş bir güneşsin, bence artık sen yankısız bir sessin, bence artık sen hatıralarda bir gölgesin.” Ama hayat akıp gidiyordu, bakıp kalmalı mıydık, bir enerji geliyor aniden… Aşk peşinde kendini ve bizi mahvettikten sonra da coşkuyu veriyor; aynen de dediği gibi oluyor, hayat akıp gidiyor. İlhamın, dönüşümün, yaşadıkça öğrenmenin melodisinde bulanık filmdeki sevgili, acı veren hatıralarıyla birlikte tabii ki sevgiyle anılıyor. 

ÇARESİZLİK

“Zaman durdu sanmıştık, bitti geçti gitti sanmıştık ama yemyeşil sızlıyor içimiz hâlâ. Yemyeşil Bir Deniz Senin Gözlerin. Ne bir sandal ne bir ada ne bir sahil var; boğuluyorum. Gözlerinde menevişler denizde, martılar gibi bakışların köpük köpük sonsuzluğu anlatır gibi. Bu bakışlar bir gün beni öldürecek sevgilim; bu bakışlar ne zaman beni güldürecek sevgilim, güldürecek misin sevgilim?” Dünya sevgilinin gözlerinden ibaret olmuş ama bir deneme daha yapacağız birlikte; üstesinden geleceğiz, bu sefer olacak…

Aşkın belirsizliğini, sorgusunu ve kalpte bıraktığı dalgalı huzursuzluğu duygusal çerçevede buluşturan iç hesaplaşma…

“Sana nasıl muhtacım anlatsam gelir misin? Anlatayım, bir dinle. Yine de Sen Bilirsin. Sahillere dalgalar, dalgalara rüzgârlar, rüzgârlara bulutlar muhtaç. Şöyle bir düşün sevgilim; senin için ben neyim? Benim için sen her şeysin. Gel de yaşansın şarkılar. Uzak olsun uzaklıklar, yalnız kalsın yalnızlıklar. Ben sana muhtacım, ben sana susamışım. Yine de sen bilirsin.” derken bütün beyefendiliyle içinde hâlâ ışık taşıyan bir kalple bir atıyor bizim kalbimiz de ve “Artık karar senin” derken bile sevgiden, sevgiliden vazgeçmiyoruz, çünkü muhtacız.

“Gecelerden daha suskunum, kararacak, ışıyacak, taşıyacak… Ne kaldı ki renkler yorgun, gözler yorgun, gece yorgun. Ne diyorsun? Kayalardan daha kuruyum; söyleyecek, bekleyecek, yeşerecek ne kaldı ki? Sözler yorgun, kalpler yorgun, eller yorgun. Ne Diyorsun? Daha başından daha bomboşum. Tıkanacak, durulacak, kaybolacak ne kaldı ki? Yollar yorgun, kollar yorgun, dağlar yorgun. Yorgunlar arasında ben, yorgun oğlu yorgun. Yorulacak ne kaldı? Hâlâ deli vurgun anlamsız bakışlarla… Ne diyorsun? Kalsana, tek bir nefes…” Şimdi, hemen şimdi bu tek bir nefesi, tek bir nefeste! solumak istiyoruz. 

‘’Yıllardan sonra bu akşam ilk defa anılar içinde baş başayız seninle. Yıllanmış mektuplar, sararmış resimler; hepsi de birer birer gözyaşlarım gibiler. Dokunmayın, bu akşam gözyaşıyla doluyum. Artık resimlerde kalmış bir sevdanın kuluyum. Hayır, Ben Değilim! Ben olamam yanında ki; hayır ben değilim, yanı başındaki. Böylesine dopdoluyken bugün gözlerim, nasıl da gülmüşüm şu resimlerdeki gibi. İçimden geliyor her şeyi yakıp yıkmak ne bir mektup ne bir resim, hiçbir şey bırakmamak. Bu akşam sana ait ne varsa yakacağım; anılarla beraber ben de yok olacağım.” Resimlerde kalmış olan bu sevdanın kulu kendinden sıyrılıp özüne dönüyor, maskesi düşüyor ve hakikat başlıyor.

YORGUNLUK

Ama, hakikatle birlikte isyan da başlıyor. “Sesleriniz cılızlaştı dostlar, yankılanmıyor. Yollarımız gitgide uzaklaşıyor. Mavi kubbeli bir odada koro hâlinde bağırıp durmayın ‘daha çok ver’ diye. Veremem; bir kalbim kaldı, onu aşk aldı. Adresim saklı, gelmediğiniz orası kaldı. Yel değirmenlerine karşı Don Kişot muyum, uçuyorum durmadan, ben pilot muyum? Dilimde hep aynı şarkı, idiyot muyum? Seyretmesi keyifliydi dostlar uzaktan sizi. Üç perdelik komedi oyunlar bitti ne alkışlayın ne de ağlayın. Kapandı perde. Ne anladıysanız onu düşünün sadece…”

İnsanın içsel savaşlarını, tükenmişliğini ve artık umursamazlığa dönüşen derin bir yorgunluğu tek bir ruh halinde birleştiren bir teslimiyet….

“Işıklar arasında ben kararmış lambayım, aydınlanacak yer yok. Sönmeyip ne yapayım? Sanki bir serseri mayın, sanki bir göktaşıyım, düşüyorum, tutmayın. Düşmeyip ne yapayım? Ellerim eller olmuş, gözlerim seller olmuş, sevgimiz yeller olmuş, kaçmayıp ne yapayım? Fısıldaşır hayalin, yokluğun her gece. Yoksun işte, yoksulum; dilenip ne yapayım? Her damlada gözyaşım seni bana taşıyor, doldurup kadeh kadeh içmeyip ne yapayım? İnan ki sevgilim, sensiz kurumuş bir dünyayım. Senin için dönmüyorsam, durmayıp ne yapayım? Her mevsimim kış oldu, gerçekler hep düş oldu. Yanımda sen yoksan eğer, uyanıp ne yapayım?”. Yorgun kalbini, içindeki dinginlikle beraber dile getiremediği bütün Bezgin’liğiyle ortaya bırakıyor.

“İçimde bir sıkıntı, bir kasvet, bir duman. Dünya dar gelir inan seni düşündüğüm an. Titreyen ellerimde sevgimiz arap saçı. Umurumda değil zaman çalsa da bilmem kaçı. Zincirlere vurulur umutlar liman, koparsam zincirimi ilk koşacağım sensin, sen çaresizliğimin çaresiz ümidisin, bir hayıra yenilmiş yüreğimde bin evet kavuşmayı unutmuş, Ölmüş İçimde Hasret bir de çökerse, kasvet karanlık duman duman sevgilim biz ikimiz ay ve güneş gibiyiz, alev alev yansak da artık birleşemeyiz, hasretin tohumunu çıkar at yüreğinden, bahar da yaz da geçti artık yeşeremeyiz” Bütün zarafetiyle, birazcık arabesk oluyor sevgimiz arap saçı oluyor. Aman yarabbim arkadaki vokal bizi hem öldürüyor hem güldürüyor.    

“Tek bir ümit uğruna yaşıyoruz hepimiz. Mutluluğun ardından koşuyoruz hepimiz. Kimi pulda parada, aşkı arar kimimiz. Düşünür kara kara, ağlar çaresiz. Ağlama, arkadaş, ağlama aşk için, şu kısacık hayatta bu yaşlar niçin? Bu günler geri gelmez, gider gençliğin. Boşver Boşver Arkadaş! başka bulursun, bütün kalbin sevinçle, neşeyle dolsun. En kötü günlerimiz hep böyle olsun. Mutluluklar bizimle, elem yok olsun. Kapılma hayallere bir gün dönecek diye. Haydi sil gözlerini, bakma maziye. Sakın kanma bir daha kanma tatlı sözlere. Bu ders olsun sizlere, yaşlı gözlere. Ağlama arkadaş, şu kısacık hayatta bu yaşlar niçin? Bu günler geri gelmez, gider gençliğin.” Ohhh be! bu ders olsun sizlere dediğinde hayata küçük bir tebessümle yeniden başlama cesareti buluyoruz. Teselli değil, şefkati buluruz çünkü ağlama değil, “ben buradayım” diyor sessizce. “Boşver” dediğindeyse hayatın sade gerçeğiyle barışıyoruz.

VEDA

“Yerlere düşen damlalar yine yağmur oluyor mu? Bir sevgi ölüp de gitse canlanıyor mu? Sorular türlü çeşitli, yanıtları yine öyle. Dalından düşen yürekler yerlerine konuyor mu? Birbirinin aynı günler birbirine benziyor mu? Ola ki günün birinde Gemiler Döner Geriye, yolcular aynı yolcular. Ve biz aynı sahilde… Kimin için yolculuklar ve kalan kim geride? Benimkisi hayal işte; ümit katarım her işe. Yüzümde yapay bir neşe, ardında bin bir bilmece. Beni anlayan sen oldun, seninle gerçeği buldum. Sonra birden sır oldun, çık ortaya gizlice. Anılar türlü çeşitli, yarınlarda yine öyle. Ola ki günün birinde gemiler döner geriye, yolcular aynı yolcular ve biz aynı sahilde…” Gidenlerin, dönenlerin, kalanların hikâyesinde, dönüşlere gebe kaldık ve kalakaldık o sahilde …

Geçmişin izlerini, kaybedilen zamanın hüznünü ve ilişkilerin son buluşmalarını şiirsel bir şekilde yansıtan bir veda…

“Yüreğime saplanmış, paslanmış çivilerle her yanım acı dolu. Yığıldım bir köşeye, düşüncemi takmışım hayat denen bilmeceye. Çözüldükçe dolaşır, dağılır ince ince. Ne beklerim hayattan, hayat benden ne bekler? En sevgili ümitler bende bir gece bekler. Getiriyor her sabah yarınsız bir yarını. Mutluluk, sevgi için ben bir Yol Geçen Hanı. Yalnızlığın kapkara bulutu yağsın artık. Dost diye sarıldığım kadeh kırılsın artık. Yağmayacaksa tekrar mutluluk yağmurları, Tanrım, dünyadan yanına alsın artık.” Sevgiyi, sevginin içindeki huzuru, göğsünü siper ederek korurken o, ben her seferinde o handa olmayı, orada kalmayı ne çok istedim. Ne bekliyordum hayattan, hayat benden ne bekliyordu acaba…

“Gel kızım gel daha sokul bana, biraz daha yakınıma anlat bana çocukluğunu, gel kızım bir daha uzak kalma, ayrı geçen senelerin anlatamam zorluğunu, ara sıra bazı bazı yüreğimde bin bir sızı, bir resmin var cüzdanımda, saçların kömür karası, annen yazmış arkasına yedinci yaş hatırası, büyüyorsun yüreğimde, her gün biraz daha hızlı, bak zaman ne çabuk geçiverdi rüzgâr gibi esiverdi, saçların dalgalanmış biraz, nasıl da büyüyüp güzelleşmiş meleklere benzemişsin, gözler derin bakışların yaz, gel kızım her şeyi sorup öğren, ben miyim kaçıp giden, sen misin terk edilen, canımdan bir parça koptu sanki, bu acıyı kim bilir kim? ister miydim acaba ben, ayrıldı iki insan, yalnız kaldın çocuk başına hayatta, hiçbir suçun günahın yokken anlayacaksın zamanla, ama söyleyeyim şimdiden ayrılıktan kaçılmaz bazen …” İlk defa inandım onun sayesinde bir erkeğin samimiyetine. Bir şekilde, hakkını teslim ettim giden bütün babaların. Ve affettim.  

“Pencerem boşluğa açılır, göremem gidişini. Camlar buğulanmaz arkandan ve silinmez sevdan. El sallayamam hiç sana. Ve yuvarlanır dünya o son noktanın öncesinde, sonrasında, sonra olmadığın zamanlara bak tepetaklak. Sana git diyen kimdi? Milyonlarca benden birisi mi? Gözlerime baksana, gözlerime, gözlerimize… Sana ‘bitti’ diyen kim? Ben sadece ‘git’ demiştim. Hangi yıldızı görüp seçersen göklerden ona git. Gül kokulu odamda kim gülümser uyanışıma? İpek geceliğinde kaç çığlığını duyarım daha? Daha kaç gün dayanır bu köhne yürek sür gitlere? Nereye gidersen git ama sakın Bitti deme. Pencerem boşluğa kapanır, yüreğim dolu dolu. Camlar buğulanmaz bir zaman hatıra olur sevdan. Gün batar usul usul, kararır gece. Bardaktan boşalır yağmur, sel olup gider. Gündüzler, geceler ne zaman biter? Şu batan güneş nereye gider? Buharlaşır yeniden dökülen su bulutları. Sil pencerenden sevgi devr-i âlemini; bu, yeniden doğar her şey. Her şey bitti dediğin anda bir gül kök salar damarlarında. Her şey biter, bir şey bitmez…” Fazlaca sorumluluk alıyor artık bu dönüşümünde, yaşadıkça öğrenmenin melodisini anlatıyor ışıltılar içinde…

Işıltılar içinde, tutsaklığı yaşarlar. Bana benzer göklerde çivilenmiş yıldızlar. Işıltılar içinde tutsaklığı yaşarlar sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar. Göklerde çivilenmeden özgürce dolaşan bu güzel ruhun şarkılarından birini seçebilmek, bir diğerinden ayırabilmek, işte en sevdiğim bu diyebilmek benim için imkânsız. Çocukluğumda, gençliğimde, şimdimde ve her halimde şarkılarınla her daim yanımda olduğun için, ruhuma dokunan güzel ve huzurlu ruhuna binlerce teşekkür ederim.

İsterim ki bu bir buluşma olsun, sizlerin de duyguları, İlhan İrem’in şarkılarında yankı bulsun. İnanın bu yolculukta ışığa ve sevgiye çıkan bir şarkınız var.

İLK KİTAP

İlhan İrem’in yayınlanan ilk kitabı, “Pencere… Köprü… Ve Ötesi…” 1985 yılında Stüdyoİmge’nin öncülü olan yayınevimizden çıktı. Kitapta, İlhan İrem’in Rock Senfonideki müzikal anlatımı kaleme aldığı bir öykü ve Burak Eldem, İzzet Eti ve Adnan Özer tarafından kaleme alınan, “İlhan İrem Müziği” üzerine kapsamlı bir araştırma yer aldı. Bu öykünün çizgileri ise Nuri Kurtcebe tarafından hazırlandı.

İLHAN İREM’İN ALBÜMLERİ

1976. 1973-1976
1979. Sevgiliye
1981. Bezgin
1983. Pencere
1985. Köprü
1987. Ve ötesi
1989. Uçun Kuşlar Uçun
1992. İlhan-ı Aşk
1994. Koridor
1994. Romans
2000. Bulutlara Köprü
2000. Düşler ve Ötesi
2000. Uçuk Mavi Pencere
2001. Seni Seviyorum
2006. Cennet ilahileri
2008. Tozpembe (Progressive Çocuk Şarkıları)

MUTLU GÜNHAN BOZKURTLAR’ın DİĞER YAZI LİNKİ