TEOMAN
‘KIRILGANLAR KRALI’
BİR RUHUN KARANLIKTAN SESSİZLİĞE YOLCULUĞU

Recep Karaş • 18/11/2025
“Kırılganlar Kralı”, Teoman’ın müzik kariyerinde bir dönüm noktası. Bir şarkı koleksiyonu değil, tek bir anlatının farklı sahneleri. Bu albüm ilk parçalarda içe kapanık, kişisel bir yalnızlığı dile getirir, ancak her şarkıda bu karanlık biraz daha çözülür, sesler sadeleşir, sözcükler dinginleşir.
TEOMAN BU ALBÜMDE ŞARKI SÖYLEMİYOR; KONUŞUYOR, SUSUYOR, ANLATIYOR. VE O SESSİZLİKTE, KIRILGANLIĞIN MELODİSİ YANKILANIYOR.
Bundan birkaç ay önce bir Teoman yazısı yazmıştım. Yazıyı yazarken Teoman’ın o dönem yayımlanmayı bekleyen yeni albümü “Kırılganlar Kralı” üzerine de birtakım fikirler netleşmeye başlamıştı. Bu durumun asıl sebebi, söz konusu yazıyı hazırlarken Teoman’ın önceki albümlerini sırayla dinlemem ve müziğinin üzerimde bıraktığı genel izlenimlerin bana bir bakış açısı sunmasıydı. Teoman’ın müziği, sanatçılığı ve söz yazarlığı her yeni albümle daha da gelişiyor, farklı bir boyuta taşınıyor. Son albümü “Ben, Zargana, Deus Ex Machina” ise bu sonraki aşamanın bir işareti gibiydi.

Teoman’ın Leonard Cohen, Tom Waits, Nick Cave, Roger Waters, David Bowie, Bob Dylan ve Serge Gainsbourg gibi isimlere duyduğu saygıyı bilmeyen yoktur sanırım. Bu sanatçılara benzer şekilde, Teoman da sözlerin gücüne olan inancını ortaya koyuyor. Bu nedenle, zaman zaman müziğinden önce sözlerin ön plana çıktığını söylemek mümkün. Yeni albümü yayımlanmadan önce dahi Teoman’ın “hikâye anlatıcılığı”nı yeni bir düzeye taşıyabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekirdi ve nitekim öyle de oldu.
“Kırılganlar Kralı”, Teoman’ın anlatıcı kimliğinin zirveye ulaştığı bir albüm. Bu yazıda albümü değerlendirmeye çalışacağım; ancak albümün derinliğini daha iyi kavrayabilmek için önce Teoman’ın geliştirdiği anlatı biçimini dünya müzik tarihinde nasıl bir yere oturtabileceğimize değinmek faydalı olacaktır. Teoman, farkında olarak ya da olmayarak, bahsettiğim müzisyenleri referans alarak bu anlatım biçiminin modern temsilcilerinden biri haline gelmiş durumda.
Son albümü anlamak adına ise tarihte daha geriye gidip Orta Çağ’ın edebiyat ve müzik geleneklerini irdelemek gerekebilir. Lise edebiyat derslerinden hatırladığım birkaç kavram arasında iki tanesi dikkatimi çekiyor: “Chanson de Roland” ve “Courtoisie”. İlkinden burada bahsetmeyeceğim; çünkü bu destanın altyapısı, Teoman’ın albümünün temellerine bağlanabilecek özelliklere sahip değil. Ancak “Courtoisie”, sanatçının son albümünü tanımlamak için önemli ipuçları barındırıyor.
İNCELİĞİN SESİ: COURTOISIE
“Courtoisie”, kökenini la cour (avlu) kelimesinden alan ve Orta Çağ’da nezaket, zarafet ve ölçülülüğü simgeleyen bir kavramdır. Kraliyet saraylarında düzenlenen eğlencelerde davranışların uyumlu ve asil olması beklenirdi; nezaket, kişinin ruhsal olgunluğunun bir göstergesiydi. Bu anlayış yalnızca toplumsal kuralları değil, aynı zamanda saygı, sadakat ve takdiri de içeriyordu. Kadın, idealize edilmiş bir figür olarak yüceltilirken; erkek, ona duyduğu saygı ve özdenetimle ahlaki bir yücelişe ulaşmayı hedeflerdi. Troubadour adı verilen gezgin ozanlar, bu anlayışı sanatın merkezine yerleştirerek aşkı bir tutku değil, bir arınma biçimi olarak yorumladılar.

Bu şairler, aşkı gizlilik, sadakat ve incelik ilkeleriyle işleyen fin’amor (saf aşk) anlayışını geliştirdiler. Eserlerinde hem müzik hem şiir aracılığıyla ruhsal bir zarafet ideali kurdular ve bu miras, Avrupa’nın dört bir yanında yankı buldu. Güney Fransa’daki troubadour’lardan Almanya’daki minnesänger’lere, İtalya’daki Dolce Stil Novo’ya ve İspanya-Portekiz’deki cantigas’lara kadar yayılan bu estetik, aşkı bir saygı diliyle yeniden tanımladı. Bugün Fransız chanson geleneğinde, hatta modern şarkıcı-söz yazarlarında bile bu inceliğin sesi hâlâ duyulur.
KİTAPTAN ALBÜME UZANAN HİKÂYE
Bu uzun girişi tamamlayarak asıl konumuza odaklanabiliriz. “Kırılganlar Kralı”, Teoman’ın son kitabı Sayın Bay Rock Yıldızının baş karakteri Timur’un bir müzik albümü. Ancak albümü dinlemeden önce, kitabı detaylıca incelemeye ve böylelikle Timur’u daha iyi anlamaya karar verdim. Bu doğrultuda, öncelikle kitabın derinliklerine inmek için bir inceleme sunacağım.

Sayın Bay Rock Yıldızı, otobiyografik unsurları kurgusal bir estetik öğeye dönüştüren bir ‘autofiction’ örneği. Kitabın ana karakteri Timur, Teoman’ın adeta bir yansıması, kimi zaman da bastırılmış benliğinin izdüşümü. Parçalara ayrılmış bir yapıyla ilerleyen roman, her bölümde içsel monologlardan geçmişe yapılan hesaplaşmalara uzanan bir yolculuk sunuyor. Timur’un sesi hem kendini itiraf eden hem de inkâr eden bir yapı taşıyor; her açıklamasıyla yeni bir maske takıyor gibi görünüyor.
Aslında bu kitap, hakikati değil, hakikati arama sürecinin hikâyesini anlatıyor. Üslubu ise, okuyucuyu ironik, kırılgan, dürüst ve teatral bir dünyaya davet ediyor. Zaman zaman psikoanalitik derinliklere inen çıkarımlar, absürt bir mizah anlayışıyla harmanlanıyor. Teoman, bu romanıyla yalnızca kendi sanatçı kimliğini değil; şöhreti, aşkı, ölümü ve anlam arayışını da sorguluyor. Timur, belki de bir anti-kahraman figürüne bürünüyor: yenilmiş, yorgun, alaycı ve nihilist.
Sayın Bay Rock Yıldızı, yüzeyde bir Rock yıldızının içsel mücadelesini anlatıyor gibi görünse de özünde benliğin teatral çözülüşünü ortaya koyuyor. Teoman burada yalnızca hayat hikâyesini paylaşmıyor; aksine kendini bir karakter, hatta bir arketip olarak yeniden şekillendiriyor. “Teoman” artık yalnızca bir birey değil; sahne, toplum ve varoluşun sınırlarında yer alan bir imge haline geliyor.
Roman boyunca “ben” kavramı sürekli bir dönüşüm geçiriyor. İlk bölümlerde (“Kırlangıç”, “Radikal Kurban”), sanatçının oluşum süreci; gençlik ateşi ve öfkesi görülüyor. Orta bölümlerde (“He is a Rock Star”, “Tartan Pist”, “Uber Şoförü”, “Heathcliff’in başrolde oynadığı filmin yönetmeni”), benlik toplum ve sanat arasında bölünmeye başlıyor. Son bölümlerde (“Annemi İstiyorum”, “Sayın Bay Rock Yıldızı Ulu Timur”, “Serum”, “Çiçek Tarhları”, “Jant”) ise bu parçalanmış benlik yeni bir biçim kazanıyor; ancak eski haline döndüğünden söz edilemez. Artık sade, kırılgan ve dingin bir benlik olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönüşüm tam anlamıyla bir “anti-mit” yaratımı: Kahramanlık yerini içsel farkındalığa bırakıyor.

Teoman, kendi efsanesini yıkarak kalıcı olmayı başarıyor. Kitabın temelinde üç ana tema birbirine sıkıca sarılıyor:
Yalnızlık: Fiziksel değil, daha çok varoluşsal düzeyde bir yalnızlıktan bahsediliyor. “Uber Şoförü” ve “Yapayalnızım Artık” gibi bölümler bu sessiz kabullenişi somutlaştırıyor. Yalnızlık, cezalandırıcı olmaktan çıkıp özgürleştirici bir boyuta evriliyor.
Sahicilik ve Maskeler: Sanatçının imajla mücadelesinin özü “Sahte gibi duruyor ama gerçek ismim bu” bölümünde derinleşiyor. Teoman burada Andy Warhol’u andıran bir farkındalık sergiliyor: Sahte olmak bile sahicidir, çünkü bu da bir varoluş biçimidir.
Zaman ve Bellek: “Last Year in Marienbad”, “Saliha Teyze’nin Varisleri” ve “Kulaksız Mezarlığı” gibi bölümlerle anlatılan zaman algısı artık düz bir çizgi yerine döngüsel bir yapıya sahiptir. Romanın başlangıcındaki gençlik enerjisi, sonunda “Jant”ın dönüş hareketine evrilir. Hiçbir şey nihayete ermez; yalnızca başka bir biçime bürünür.
Romanın yapısı, adeta ritmik geçişlerle düzenlenmiş bir albümü andırır: Kısa, kesik sahneler, sessizlik molaları ve tekrar eden motifler. Cümleler kimi zaman lirik tınılar taşır, bazen kesik ve kimi vakit de bir fısıltı kadar hafif olur. Bu anlatım, bir gitar solosunun içsel derinliği ile sessizliğin anlam yüklü boşluğu arasında gidip gelir. Teoman’ın müzikteki minimalist yaklaşımı, burada dile dönüşür. Sözcükler, notalar gibi kullanılarak, beklenmedik duraklamalar ve yavaş sona erişler (fade-out) ile yer yer hızlanan tempolara bağlanır. Romanın her bölümü, kendine ait bir atmosfer yaratır; kitabın tamamı ise tek bir konsept albüm gibi birleşir.
KURGU İLE MÜZİĞİN BULUŞTUĞU NOKTA

Albüm ve kitap, iki farklı formda aynı duyguyu ifade eder. Biri sesle, diğeri sessizlikle işler; fakat merkezde aynı tema vardır: Kırılganlık hakikat.
Albüm üzerinde konuşmaya başlamadan önce, kitap ve albümde ortak olan bazı temaları öne çıkararak her birindeki yansımalarını ele alacağım:
- Şöhretin yalnızlığı: Sayın Bay Rock Yıldızı Ulu Timur / Kırılganlar Kralı
- Bedensel çöküş: Serum / Ruhun Karanlık Gecesi
- Kimlik: Sahte Gibi Duruyor Ama Gerçek İsmim Bu / Narcissus
- Ölüm ve kabulleniş: Kulaksız Mezarlığı / The End
- Döngü: Jant / Çiçek Tarhları
Kitap baştan sona bir itiraf manifestosu değildir; ama Teoman’ın kişisel mitosunu, şarkı sözlerinden süzülen içsel bir anlatıya dönüştürür. Burada “ben” anlatıcısı yalnızca biyografik bir figür olmanın ötesinde, kolektif sanatçı bilincinin bir temsiline dönüşür. Bu nedenle roman hem bireysel hem de evrensel bir dile ulaşmayı başarır. Bir noktadan sonra anlatıcı “Teoman” olmaktan çıkar; evrensel bir kimlik kazanarak her sanatçının kendi içine yönelttiği sorulara tercüman olur:
“Kendimi mi oynuyorum, yoksa oynadığım kişi mi beni oynuyor?”
Bu sorunun bir karşılığı yoktur — çünkü tıpkı müzik gibi, bu da yalnızca hissedilene dayanır.
“Sayın Bay Rock Yıldızı” ve “Kırılganlar Kralı”, iki farklı formatta sunulan tek bir otobiyografik yapıt gibidir: Biri sessiz, diğeri sesli versiyonu andırır. Her ikisi de Teoman’ın sanatının temel düşüncesini merkezine alır:
“Kendini ciddiye almadığında, nihayet gerçekten kendin olabilirsin.”
Son bölüm “Jant”, bu fikrin sade ve akılda kalıcı bir metaforudur: Dünya eğridir, insan kırılgandır, fakat dönüş bitmez. Bu yüzden Teoman’ın evreninde müzik de yaşam da tam değildir; ama tamamdır.
SESSİZLİĞİN ANLAMI: KIRILGANLIK
Teoman’ın “Kırılganlar Kralı” albümü, kariyerinde önemli bir dönemeç olmanın ötesinde, tek bir temanın, karanlıktan sessizliğe doğru ilerleyen kesintisiz bir anlatısını oluşturur. Albümdeki şarkılar, bireysel bir yalnızlığın ve içsel karanlığın ifadesiyle başlar; fakat her yeni şarkıda bu ruh hâli yavaş yavaş çözülür, sadeleşir ve sakinleşir. Son parça olan “Ruhun Karanlık Gecesi” ise karanlıktan çıkışı değil, sessiz bir kabullenişi temsil eder. Bu albüm, yalnızca bir şarkı demeti değil, bir ruhun kendi kırılganlığıyla yüzleşmesinin müzikal haritasıdır. Teoman burada bir şarkıcı olmadığı kadar bir anlatıcıdır; dinleyicisine konuşur, susar ve zihinsel bir yolculuğun melodisini işitmeye davet eder.

Albüm, konsept yapısıyla dikkat çeker. Bu tarz, birbiriyle bağlantılı şarkılar aracılığıyla tek bir fikir ya da öykünün işlendiği albümler için kullanılır. Geçmişte Frank Sinatra’nın “In the Wee Small Hours” veya The Beatles’ın efsanevi “Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band” albümleriyle popülerleşen bu yaklaşım, Pink Floyd’un “The Wall”, David Bowie’nin “Ziggy Stardust“ı gibi önemli yapıtlarla daha da derinleşmiştir. Bu tür albümlerde şarkılar, bireysel ve bağımsız eserler yerine belli bir tematik yapının parçası olarak hareket eder. Müziğin amacı yalnızca mekanik bir anlam değil, yoğun bir kavramsal bütünlükle dinleyiciye geçecek felsefi bir yapı sergilemektir.
Teoman’ın “Kırılganlar Kralı” albümü de benzer bir yaklaşımla yaratılmıştır. Başından sonuna dek kırılganlık, yalnızlık ve içsel hesaplaşma temalarında bir döngü izlenir. Şöhretle gelen yalnızlık, varoluşsal buhranlar, ölüm ve arınma gibi evrensel duygular albümün özünü oluşturur. Bu bağlamda, albüm çağdaş Türk Rock müziğinde nadir bulunan “konsept albüm” örneklerinden biridir. Sadece şarkılar arasında değil, genel anlatıda uyum sağlayan minimal altyapılar, sade melodiler ve teatral olmayan vokal üslup, bu tematik bütünlüğü destekler.

Albümün her parçası, “Çiçek Tarhları”ndan “Ruhun Karanlık Gecesi”ne kadar, tek bir karakterin ruh halinin farklı safhalarını öyküler. Parçalar arasındaki bağlar gevşek ama aynı zamanda yoğun tematik bir süreklilik yaratır. Bu nedenle “Kırılganlar Kralı” sadece dinlenmekle kalınmamalı, hem ruhsal hem de yazınsal bir ifadeler bütünü olarak okunmalıdır. Müziği bir dile değil, felsefi bir jest düzeyine taşıyan bu yapı, Teoman’ın anlatıcılık yönünü öne çıkarır.
“Kırılganlar Kralı”, yalnızca parçalarıyla değil, aralarındaki sessizlik ve sükûnetle dinleyiciyi içine çeken derin bir yolculuk sunar. Tıpkı Pink Floyd’un “The Wall”u ya da Leonard Cohen’in “You Want It Darker”ında olduğu gibi, burada da temel tema çöküş ve kabulleniş döngüsüdür. Ancak Teoman’ın anlatısında özgün olan, bu döngünün sessizlikle işlenişidir. Şarkılar arasındaki tematik bağlar ve Teoman’ın yaptığı bu içsel hesaplaşma, dinleyiciyi sanatçının bireysel ruh haritasına tanıklık etmeye davet eder. Albüm, sadece müzik değil; Teoman’ın kırılganlığı ve duygu derinliğiyle bizi karşılaştıran yoğun bir içsel yolculuk olarak anlam kazanır.
“Kırılganlar Kralı”ndaki şiirsel anlatım tarzı, yazının başında değindiğim “courtoisie” kavramı ve bu kavramın modern bir yansıması olan ‘chanson’ geleneğiyle örtüşen özellikler taşır. Courtoise’nin günümüzdeki bir uzantısı gibi düşünebileceğimiz bu yaklaşım, duyguların ölçülü bir şekilde ifade edilmesine dayanır; abartısız, teatral olmayan, sakinliğiyle derinlikli bir tavır sergiler. Fransız chanson akımı — özellikle Gainsbourg, Brel ve Ferré gibi isimlerin önderliğinde — müziği bir ifade biçiminden çok anlatıya aracı olan bir form olarak görür.

Teoman’ın bu albümdeki müzikal anlayışı da tam olarak bu çizgidedir. Melodi, anlam yükünü aktarabilmek adına yalınlaştırılmıştır; düzenlemeler minimaldir ve şarkıcının sesinin arka planda kalmasını engeller. Albümdeki her parça birer “monolog” niteliğindedir ve Türkiye’de nadir karşılaşılan bir chanson dramatizmini ortaya çıkarır: Sakin ama içten, ironik ama gerçek bir duyarlılık taşır. Bu sebeple albüm, Leonard Cohen’in geç dönem kayıtlarındaki mistik tonla Gainsbourg’un sözlerdeki minimalizmi arasında bir yerde konumlanır.
Burada melodiden ziyade tonlama, nefes alışlar ve duraklamalar anlam yaratır. Bu bakımdan albüm, klasik chanson geleneğinin Türkçede ulaştığı en olgun dokunuşlardan biri olarak görülebilir. Şarkı anlayışını genişleten bu çalışma, sesi bir düşünme biçimine, melodiyi ise bir hatıra alanına dönüştürür. Bu nedenle albüm, sadece bir müzik üretimi değil, aynı zamanda varoluşun küçük müzikal fragmanlarından örülen yoğun bir anlatıdır. Teoman bu albümde şarkı söylemekten öteye geçer; konuşur, anlatır ve hatta kimi zaman susar. Ancak bu sessizlikte bile bir müzik duyulur ve onun adı kırılganlıktır.
Albüm boyunca bir karakterin ruhsal çözülüşü betimlenir: Yolculuk yalnızlıkla başlar, kayıplarla devam eder, özden bir bakışla derinleşir ve en sonunda kabullenme noktasına ulaşır. Melodik yapı bilinçli şekilde sadeleştirilmiştir çünkü bu albüm, şarkılardan çok düşüncelere ve hislere odaklanır. Teoman burada bir şarkıcıdan ziyade bir anlatıcı gibi hareket etmektedir; sesi sadece melodilerin değil, doğrudan anlamların taşıyıcısıdır. Leonard Cohen’in geç dönem çalışmaları ya da Serge Gainsbourg’un “Histoire de Melody Nelson”ından ilham alan bir üslupla albüm biçimlenmiştir. Şarkılar, minimal armoniler üzerinde yükselen içsel monologlar gibidir: Her nota bir nefes alış, her suskunluk ise tamamlanmış bir cümle gibi duyulur.
İÇSEL BİR ARINMA HİKÂYESİ
Albümde yer alan “Kırılganlar Kralı”, “Çiçek Tarhları”, “Ruhun Karanlık Gecesi” ve “The End” isimli parçalar, Teoman’ın müzikal anlatımında romana yakın bir yapı arz eder. Bu parçalar sırasıyla şu temaları işler:

Kırılganlar Kralı → Kimlik arayışı ve yalnızlık;
The End → Sessizlik ve nihai kabulleniş.
Çiçek Tarhları → Ölüm ve onunla yüzleşme;
Ruhun Karanlık Gecesi → İçsel çöküş ve arınma;
Derin felsefi bütünlük taşıyan bu yapı, konsept albümler arasında oldukça nadir bir yer tutar. Şarkılar birbirinden bağımsız olarak değil, daha çok bir romanın bölümleri gibi bir bütünün unsurları olarak görülür; her biri insan ruhunun farklı evrelerini temsil etmektedir. Albümün temelini ve omurgasını oluşturan Kral figürü ise gücü değil, kırılganlığını kabullenmeyi başaran insanı sembolize eder. Albüm boyunca ilmek ilmek hissedilecek olan kabulleniş duygusu, işte tam olarak bu parça ile hissettirilir.
“Artık kimseye benzemez yüzüm,
çok şey gördüm, çok değiştim sonra”
Bu dizeler hem şiirsel bir geriye dönüş hem de felsefi bir iç yolculuk olarak derinlikli bir çözümleme sunuyor. İlk dizelerde kişisel dönüşüm ve yaşanmışlık vurgulanırken yüz, yalnızca kimliği ifade eden bir maske olmaktan çıkar; deneyimlerin ve geçmişin somut bir izine dönüşür. Kırılganlık, burada bir zayıflık değil, bilgece bir farkındalık ve olgunlaşmanın kanıtı olarak görülür.
“The End”, adeta bir döngüyü baştan kurar ve sonu kabullenmedeki dingin bilgelik hissettirir.
“Bitirmeye çalıştım ben her şeyi”

Bu teslimiyet hâli dramatiklikten uzaktır; daha çok soğukkanlı bir arınmanın ifadesidir. Albümdeki bu “son” kavramı, kapanıştan ziyade bir geçiş alanıdır; sona ermektense yeni bir başlangıcın eşiğinde durur. Bu söylem, bitişlerin de başka olasılıkların habercisi olabileceğini işaret eder.
“Çiçek Tarhları”, albümün ölüm korkusunu bir kenara bırakıp hayatla daha yumuşak bir bağ kurduğu parçasıdır. “Buradaki herkes gibi” ifadesiyle bireysel izolasyonun yerini topluluk içinde dingin bir varoluşa bıraktığı görülür. Bu parçanın işlevi romandaki “Çiçek Tarhları” bölümüyle benzeşir: Döngüyü tamamlayan fakat onu sonlandırmayan bir hatırlatma. Bu şarkı, albümün metafizik yönünün temel taşlarından biri olarak öne çıkar.
Kapanış parçası “Ruhun Karanlık Gecesi”, tam anlamıyla arınmanın, teslimiyetin ve yeniden doğuşun hikâyesidir. Bu yolculuk, San Juan de la Cruz’un “Dark Night of the Soul”undan esinlenerek ismini almış gibi görünür ve parçada varoluşsal yanma yerine duygusal bir donukluk hissedilir: “Yanmıyorum, tutuşmuyorum yıllardır hiçbir şeye.”
Böyle bir duygusal donma hali, aslında ruhsal arınmanın başlangıcına işarettir. Burada kırılganlık artık bir duygusal zayıflık değil, içsel bilgeliğin sembolü hâline gelir.
BİLGELİK…
Albümün ilk bölümündeki kişisel kırılganlık, aşamalar ilerledikçe felsefi ve varoluşsal bir olgunluğa evrilir; “Narcissus”ta öz farkındalık başlar, Gölgem ve Ben‘le iç hesaplaşma, “Karadut Lekeleri”nde geçmişle barışma, “Kent ve Tuz”da toplumsal yabancılaşmanın kabullenilişi, “Ruhun Karanlık Gecesi”nde ise sessiz bir aydınlanmayla zirveye ulaşır. Tüm albüm boyunca anlatılar, bireysel kırılganlıktan evrensel kabule doğru akarken albüm ile romanın paralel gelişimi de dikkat çeker: Romanda anlatıcı insan olarak sessizliğe kavuşurken albümde müzisyen bu sessizliğe varır. Karanlıkla başlayan anlatı, kabullenme ve dinginlikle bahsedilebilecek evrensel bir farkındalığa doğru akar.

Sonuçta albümün, klasik anlamda bir Rock albümünden ziyade bir meditasyon metnine dönüşmesi, Teoman’ın müziği yalnızca bir araç değil; derin düşüncenin, yaşamın ağırlığını taşıyan felsefi bir ifade biçimi olarak kurguladığını gösterir. Albüm karanlıktan aydınlığa, yalnızlıktan sessizlik içinde huzura uzanan geniş çaplı bir iç yolculuktur.
Bundan sonra Teoman eskisi gibi, yani hayranlarının alıştığı tarzda bir albüm yapar mı? Veya “Ben, Zargana, Deus Ex Machina” ile “Kırılganlar Kralı”nda çıktığı yolculuğun bir sonraki safhasını mı bizimle paylaşacak? Bunu öngörmemiz pek mümkün değil. Teoman, kendi evreninde yaşadığı inişleri, çıkışları paylaşmak istediğinde bunu yapacaktır zaten.
Hayranlarının büyük bölümünün bu albümü beğenmeyecekleri, hatta eleştirecekleri aşikâr. Dünyaca ünlü sayısız grup buna benzer eleştirilerden nasibini aldı. Dinleyiciler sanırım kendilerinin zaman içinde geçirdikleri dönüşümlerini kolayca benimseyebiliyorlar. Ama bunu sevdikleri grup ve sanatçılardan esirgeme alışkanlığı var. Her bir birey, yaş alıp giderek daha bilge, olgun bir karaktere dönüşebilirken, müzisyenlerin böyle bir imtiyazı yok sanırım. Onlardan her zaman aynı kalmaları istenir.
Kendi adıma Teoman’ın bu dönüşümünü hayranlıkla izliyorum. Onun hikâye anlatısında ulaştığı nokta geleceğe dair umut verici. Onun izinden bakalım kimler yürüyecek…

SİTEDEKİ DİĞER TEOMAN YAZILARI
