Recep Karaş • 30/07/2025

Müzik tarihi, birbirine tamamen ya da kısmen benzeyen parçalar etrafında gelişen tartışmalarla doludur. Giriş melodileri, gitar rifleri, bas yürüyüşleri ya da davul ritimleri kimi zaman başka bir parçaya ilham olmuş, kimi zamansa doğrudan bu yapıların üzerine yeni eserler inşa edilmiştir.

Bazı durumlarda da bir parçanın bütünü, farklı coğrafyalarda o bölgenin müzik kültürüne uygun hâle getirilerek yeniden kaydedilmiştir. Özellikle 1960’lar ve 70’ler boyunca Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede yapılan “aranjman” çalışmaları buna örnek teşkil eder.

Ancak bu tür esinlenmeler zaman zaman hukuki tartışmalara da yol açmış, “çalınma” iddialarıyla birlikte telif davaları gündeme gelmiştir. Günümüzde ise bu durum, geçmişle bugünü müzikal anlamda birleştiren bir “köprü” olarak da görülebilmektedir.

Bu yazıya başlarken ilk düşüncem iki şarkıdan bahsetmekti: Kenny Dorham’ın 1963 tarihli caz bestesi “Blue Bossa” ve Gary Moore’un 1979’da Phil Lynott’la birlikte yazdığı “Parisienne Walkways”. Yüzeyde farklı türlerden gelen bu iki eser, melodik yapı açısından dikkat çekici bir benzerliğe sahiptir. “Blue Bossa”, Latin Caz ile Hard Bop arasında bir köprü kurarken, “Parisienne Walkways” Blues-Rock tınısında duygusal ve zarif bir solo gitar melodisiyle öne çıkar. Her iki parça da kendi türünde ikonik hale gelmiş, farklı dönem ve dinleyici çevrelerine ulaşmıştır.

Melodik ve Harmonik Yapı Üzerine Notlar

“Blue Bossa”, C minor – Dø – G7 – C min akorlarıyla kısa döngülü bir yapıda ilerler. “Parisienne Walkways” ise Am – Dm – G – C gibi klasik kadanslar etrafında dolaşır. İki parça da üç-dört notalık, içe dönük melodik motiflere yaslanır. Bu benzerlik, yalnız melodik değil, ruhsal bir akrabalığı da ima eder.

“Blue Bossa”, Kenny Dorham’ın bossa nova ritimlerine olan ilgisinin bir ürünü olarak doğmuş, Rio de Janeiro’daki müzikal deneyimlerinden etkilenmiştir. Parça, 16 ölçülük formu ve C minor ile D♭ major arasında kurduğu geçişlerle basit ama etkili bir armonik yapı sunar. Armonik yapısı, doğaçlama için geniş bir alan açar. Bu nedenle sadece Joe Henderson değil, Dexter Gordon, Art Blakey ve McCoy Tyner gibi caz ustaları tarafından da tekrar tekrar yorumlanmıştır. “Blue Bossa” zamanla Caz standartları arasına girmiştir.

“Parisienne Walkways” ise Phil Lynott’ın sözleri ve Gary Moore’un yoğun sustain’li gitar tonu sayesinde duygu yüklü bir parça hâline gelir. Giriş melodisi, “Blue Bossa”nın ana temasına olan benzerliğiyle dikkat çeker. Lynott’ın babasına gönderme içeren sözleri, parçanın adının belirlenmesinde bile etkili olmuştur. Yıllar içinde Gary Moore bu parçayı Montreux Jazz Festivali dahil birçok Caz festivalinde icra etmiş ve bu da parçanın sadece Rock değil, Caz çevrelerinde de kabul görmesini sağlamıştır.

Bu iki örnek, müzikte türler arası geçişkenliğin ne kadar doğal olduğunu gösterirken, akla başka örnekler de getirmektedir:

Led Zeppelin’in “Stairway to Heaven” parçası ile Spirit’in “Taurus” adlı enstrümantal eserinin benzerliği,

George Harrison’ın “My Sweet Lord” şarkısıyla “He’s So Fine” arasında tespit edilen melodik örtüşme,

Nirvana’nın “Come as You Are” introsunun, Killing Joke’un “Eighties” adlı parçasına olan yakınlığı,

ATC’nin dünya çapında hit olan “Around the World (La La La La La)” şarkısının aslında bir Rus şarkısı olan “Pesenka”nın yeniden düzenlenmiş hâli olması,

The Hollies’in “The Air That I Breathe” şarkısının Radiohead’in “Creep” parçasıyla olan armonik benzerliği.

**Arpej Üzerinden İlerleyen Ortak Tını**

Lynyrd Skynyrd’ın 1973 tarihli “Simple Man”de E minor tonunda kurduğu C – G – Am döngüsü, Scorpions’un 1979 çıkışlı “Always Somewhere” parçasında G – D – Em şeklinde yankılanır. İki parça da girişte arpejli akustik gitarla başlar, sade melodilerle duyguyu kurar. Her iki parça da akustik gitarla başlayan sade ve duygusal bir girişe sahiptir. “Simple Man” parçası E minor tonunda açık akorlarla yürüyen, duygusal yoğunluğu yüksek bir introsu ile bilinir. “Always Somewhere” ise bu yapıya oldukça benzeyen bir arpej yürüyüşü ile açılır ve çoğu dinleyici tarafından benzer tınılar taşıdığı yönünde yorumlanır.

Scorpions’un Amerika turneleri sırasında Southern Rock’a olan ilgisi ve dönemin müzikal etkileri düşünüldüğünde, bu benzerlik tesadüfi olmaktan ziyade, bir tür kültürel etkileşim olarak da değerlendirilebilir. Tıpkı “Blue Bossa”nın Latin Caz ve Hard Bop arasında kurduğu köprü gibi, “Simple Man” ve “Always Somewhere” de farklı kıtalarda benzer duyguların müzik yoluyla nasıl ifade edilebildiğinin bir örneği olarak karşımıza çıkar.

Tüm bu örnekler, müziğin evrensel yapısı içinde ilham alma ve yeniden üretme pratiklerinin ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyar. “Blue Bossa” / “Parisienne Walkways” ile “Simple Man” / “Always Somewhere’ örnekleri müzikal mirasın farklı dönemlerde ve türlerde nasıl yeniden doğabileceğini de anlamamıza yardımcı oluyor. Müzik, tıpkı kültür gibi, sürekli akan ve dönüşen bir formdur. Aynı ezgi, farklı zamanlarda ve yerlerde farklı hayatlara dokunabilir; bazen bir Caz solosu olur, bazen bir Blues gitarında hayat bulur.

Müziğin belleği vardır. Tıpkı bir şiirin başka bir şiiri çağrıştırması gibi, bazı tınılar başka bir zamandan fısıldar gibidir. Bu yazıdaki örnekler sadece yüzeyde görünenler. Asıl mesele, bu benzerliklerin bizi nereye götürdüğüdür: Hatırlamaya, bağlantı kurmaya ve yeniden yaratmaya… Bu sebeple yazının sonuna bir çırpıda aklıma gelen bazı şarkıları örnek olarak ekliyorum:

*Gülden Karaböcek ve Ferdi Özbeğen’den dinlediğimiz “Dilek Taşı”, Fransız Pop duosu Tallisker’ın elinde “Bagatelle”e dönüşüyor,

*Azeri müzisyen Eldar Mansurov’un grubu Ashkabad ile yaptığı “City Of Love” (1993) albümünde yer alan “Bayaty” adlı şarkı Levent Yüksel tarafından “Zalim” (1996) adıyla seslendiriliyor,

*Mısırlı çok yünlü sanatçı Abdel Halim Hafez’in eseri olan ‘Zay El Hawa’(1970), Mine Koşan’dan “Yağmurun Sesine Bak”(1998) oluyor,

*Erkin Koray “Deli Kadın” şarkısı The Devil’s Anvil’in “Karkadon” şarkısının birebir kopyası,

*Erkin Koray “Fesüphanallah” şarkısı, Lübnanlı sanatçı Samir Yazbek tarafından seslendirilen “Weily Weily”, “Şaşkın” şarkısı ise bir başka Lübnanlı şarkıcı Samira Tawfik’in “Ya Ayn Mulayiitayn” şarkılarıyla birebir aynı,

*The Rolling Stones’un “Paint It Black” (1966) şarkısı ise, ironik bir şekilde, pek çok şarkısını Arap müzisyenlerden alan Erkin Koray’ın 1962’de yayınladığı “Bir Eylül Akşamı”ndan başka bir şey değil,

*The Doors’un “Roadhouse Blues” parçasının girişi, Cem Karaca’nın “Namus Belası” parçasının girişiyle aynıdır…

Bu liste bu şekilde binlerce parçalık bir listeye dönüşür. Yazı içinde verdiğim örneklerin dışında Batı dünyasından birkaç örnek daha vereyim ve bu konuyu kapatayım:

*George McRae “Rock Your Baby” (1974), Abba’nın “Dancing Queen”ine ilham veren tınılar taşıyor,

*Neil Young’ın “Borrowed Tune” parçası, The Rolling Stones’un “Lady Jane”inden esinlenmiş,

*Beck’in “Paper Tiger” parçası, Serge Gainsbourg’un “Histoire de Melody Melson” albümünde yer alan “Melody”den esinlenmiş,

*Willie Dixon’un bestelediği ve ilk olarak Muddy Waters’ın kaydettiği “You Need Love” (1962), İngiliz grup Smal Faces tarafından “You Need Loving” (1966) olarak, Led Zeppelin tarafından da “Whole Lotta Love” (1969) olarak kaydedilmiştir…