Özgür Poyrazoğlu • 11/06/2025

Gerçekten var mıyız, yoksa biz de modern dünyanın “neon tanrıları” ile farkında olmadığımız bir iş birliği halinde sessizliğe mi gömülüyoruz?

1964 yılında Paul Simon tarafından yazılan The Sound of Silence, Simon ve Garfunkel’in kariyerinde dönüm noktası yaratan bir eser oldu. İlk olarak akustik bir düzenlemeyle yayımlanan şarkı, o dönemde büyük bir çıkış yapmadı. Ancak yapımcı Tom Wilson’ın elektrik gitar, bas ve davulla birleştirerek modern bir dokunuşla katılmasının ardından şarkı 1965 yılında tekrar yayımlandı ve Billboard listelerinde zirveye ulaştı. Böylece Simon ve Garfunkel Folk Rock sahnesinde önemli bir yere sahip oldular. Şarkının ’65’de yeniden yayımlanması üzerinden yaptığımız hesapla bu sene 60. yaşında olduğunu düşünmek yanlış olmayacak muhtemelen.

Şarkının doğuş hikâyesi: Paul Simon’ın New York City’de bir banyoda dramatik gitar çalarak sözleri yazdığı anekdotuyla da efsaneleşmiştir. Şarkının bu basit ve samimi başlangıcı, dinleyiciler için hâlâ güçlü bir bağlantı noktası olmasına rağmen ben programı ne zaman dinlesem kendimi lise yıllarında karanlık bir odada tavana bakarken buluveriyorum.

The Sound of Silence 45’lik 1965
Wednesday Morning, 3 A.M. Mart 1964

1960’lar Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyal ve politik değişimlerin yaşandığı, çalkantılı bir dönemdi. Vietnam Savaşı’nın yarattığı travma, sivil haklar hareketinin özgürlük arayışı ve toplumsal değişimi, dönemsel sanatını derinden etkiliyordu. Sessizliğin Sesi, tam da bu dönemde modern dünyanın yaşadığı yalnızlık ve iletişimsizlik temalarını işleyerek geniş bir kitleye hitap etti.

Şarkının sözleri, toplumsal bir eleştiri sunarken, aynı zamanda insanın iç çeşitliliği olan bir değişim halindedir:

“Ve insanlar eğilip dua ettiler
Yarattıkları neon tanrıya.”

Bu dizeler, modern toplumun materyalizmini ve teknolojiye sahip olanı açıkça eleştirmektedir. insanların yarattığı “neon tanrısı”, listeler ve tüketim kültürü simgeleridir. Paul Simon, bu satırlarla toplumun kendi sessizliğini yarattığını ve anlamlı iletişimden uzaklaşmayı ifade eder. (Bakın ne dedim demin; 60 yıl önce dedim… Bugünden bahsetmiyorum… )

BİR ŞARKININ YENİDEN DOĞUŞU

Cover Versiyonları ve Popüler Kültürdeki Yeri

Sessizliğin Sesi sadece bir şarkı olmaktan öte, birçok sanatçı tarafından yeniden yorumlanarak farklı duygusal bağlamlarda yeniden doğdu. Özellikle Disturbed grubunun 2015 yılında yayımladığı versiyonu , şarkıya karanlık ve öfkeli bir yorum kazandırdı. Grubun vokalisti David Draiman’ın güçlü sesi, şarkının melankolisini bir çığlığa dönüştürdü ve dinleyicilere yoğun bir duygusal deneyim sundu. Bu versiyon, modern dünyanın yarattığı iletişimsizlik ve yalnızlık hissine adeta bir tepki gibi yankılandı. (Bu arada ne yalan söyleyeyim benim de şarkıyı yeniden keşfetmeme sebep olan yorum Disturbed’ün Conan’daki canlı ve akustik versiyonu oldu… Durunuz şuraya videolarını da bırakayım)

1967 yapımı The Graduate ile (Aşk Mevsimi) tanıdı insanlar şarkıyı
Watchmen 2009

Şarkı, aynı zamanda birçok film ve dizide yer alarak popüler kültürdeki yerini sağlamlaştırdı. The Graduate filmi, yapımcı bir neslin melankolik yalnızlığının sesi haline gelirken, daha yakın dönemde Watchmen ve The Simpsons gibi yapımlarda da kendine yer buldu. Her gün hikâyenin temasına uygun bir şekilde yeniden anlam kazandı. Bu tam da yeri gelmişken bıyıkları yeni terleyen Dustin Hoffman’ın oynadığı The Graduate filminin müzikleri de muhteşem değil miydi ya…

The Simpsons 1994/95. Art Garfunkel, Jim Messina, John Oates ve tabii ki Lisa

Sözlerin Derinliği ve Şarkının Evrensel Mesajı

Şarkının sözleri, modern insanın yalnızlığını ve kendini ifade edememe hissini güçlü bir şekilde yansıtıyor. Açılış dizeleri olan:

“Merhaba karanlık, eski dostum,
seninle tekrar konuşmaya geldim.”

kendi iç dünyamıza dönük, samimi bir konuşma gibidir. Sessizlik burada hem bireyin kendi içsel sessizliği hem de toplumsal iletişimsizliği temsil eder. İnsanlar gerçekten iletişim kuramadıkça, bu sessizlik yalnızca büyümektedir.

Şarkının Günümüze Yansıması: Sessizlik ve Dijital Çağın Zihin Yorgunluğu

60 yıl önce yayımlanan The Sound of Silence, bugün aynı derinlik ve etkileyiciliğiyle insanlara hitap ediyor. Akıllı telefonların, sosyal medyanın ve online iletişim araçlarının hayatımıza hâkim olduğu bu dönemde, şarkının sessizlik metaforu daha da güçlü bir anlam taşıyor. İnsanlar aynı donanımda bulunmamalarına rağmen yüz yüze iletişim kurmak yerine ekranlara yönelmiş durumda. Bu, hem bireysel yalnızlığı hem de toplumsal bağların zayıflamasını beraberinde getiriyor.

2024’ü tamamlarken dikkat çeken beyin çürümesi terimleri, dijital dünyanın sürekli bilgi bombardımanının ve dikkat dağıtıcı unsurların zihinlerimizin üzerindeki olumsuzluklarını tanımlıyor. Paul Simon’ın “neon tanrısı” olarak nitelendirdiği teknolojik depolama, bugünün dünyasında bir kehanet gibi gerçekleşmiş durumda. Şarkının sessizliği, modern insanın zihinsel karmaşası ve yalnızlığının aynası sürüyor.

Sessizliğin Sesi, yayımlandığı 1960’lardan bu yana devam eden dünyada farklı anlamlar kazanarak yankılanmaya devam ediyor. 60 yıl önce iletişimsizlik, yalnızlık ve toplumun sessizliğe gömülüşü hakkında bir ağıt niteliğindeydi; bugün ise dijital çağın gürültüsü içinde daha da derinleşen bir sessizliğin portresini çiziyor. Akıllı telefonlar, sosyal medya ve dijital ilişkiler, insanları birbirine bağlarken aynı zamanda uzaklaştırıyor. Sessizliğin Sesi işte tam da bu paradoksa işaret ediyor: Seslerin içinde boğulan, ama sessizleşen bir dünya.

Bugün, bu efsanevi şarkıları dinlerken şu soruyu sormalıyız: Gerçekten gerçekten var mıyız, yoksa biz de modern dünyanın “neon tanrıları” ile farkında değiliz ki bir iş birliği halinde sessizliğe mi gömülüyoruz? The Sound of Silence, bu inceleme her nesle sormaya devam edecek ve her dönemde farklı bir yankı bulunacak.

Son not: Bu yazıya haftalar önce başlamış olsam da son kısmı Tayland’ın Chiang Mai şehrinde bir haftalık bir vipassana meditayonundan bir iki gün önce yazdığımı fark ettim. Tüm dış dünyadan ve uyaranlardan küçük, tamamen tek seferde ve sessiz, sadece değişiklikle geçireceğim süre belki de sessizliğin dinlemesini verecek bana. Göreceğiz. Giderken “Sessizliğin Sesi” mırıldanacağım; bakalım çıktığımda ne mırıldanıyor olacağım…

ÖZGÜR POYRAZOĞLU’nun DİĞER YAZILARI