EASY RIDER
ÖZGÜRLÜK YOLCULUĞU

SOUNDTRACK • Hakan Türkoğlu •29/05/2025
Bazı efsane filmler vardır, soundtrack müzikleri beyinlere kazınmıştır. Hep şu konu tartışılır: “God Father” üçlemesi müziklerini Nino Rota yapmasaydı ya da “The Good, The Bad And The Ugly” filminin müziklerine Ennio Morricone imza atmasaydı aynı ilgiyi görür müydü? Soundtrack konusu film sektörü için önemi anlaşılmış bir konudur. Tıpkı birazdan anlatacağımız film “Easy Rider” gibi.
“Easy Rider” (1969), Peter Fonda, Dennis Hopper ve Jack Nicholson’ın başrollerini paylaştığı kült bir yol filmidir. Film, uyuşturucu satışından kazandıkları parayı harcamak amacıyla motosikletleriyle Amerika’yı dolaşan iki hippinin, Wyatt (Peter Fonda) ve Billy’nin (Dennis Hopper) hikâyesini anlatır.
“Easy Rider” terimi; 60’lar jargonunda, hiçbir kurala bağlı olmayan, özgür ruhlu, göçebe hayat süren bir insanı tanımlamak için kullanılıyordu. Aynı zamanda, sorumluluk almadan bir ilişkide bulunan erkek için de kullanılırdı. Yani hayatı “kolay” yaşayan ama derin bağlardan uzak biri. Motosiklet jargonunda ise; İyi süspansiyonlu, rahat kullanılan motorlara da “Easy Rider” denirdi. Sonuç olarak Türkçe’ye ”Kolay Sürücü” diye çevirebiliriz filmin ismini.

Bu yolculuk, özgürlük arayışının yanı sıra, Amerika’nın bireysel özgürlüğe ve farklılıklara karşı ne kadar hoşgörüsüz bir tutum sergilediğini de gözler önüne serer. Film, dönemin konformist Amerika’sında idealist 60’ların çöküşüne tanıklık eden eleştirel yapımlardan biri olarak kabul edilir.


Ayrıca, Easy Rider, bağımsız sinemanın önemli örneklerinden biri olup Hollywood’un büyük bütçeli yapımlarına alternatif bir yaklaşım sunmuştur. Soundtrack’inde yer alan Steppenwolf’un “Born to Be Wild” şarkısı, Rock müziğin film soundtrack’i olarak kullanılabilecek bir tür olduğunu da ispatlamıştır.
Seyirciye kapanış sahneleri beklenmedik ve oldukça sert gelen filmlerin başında gelir “Easy Rider”. Filmin başından itibaren özgürlüğün peşinde olan Wyatt ve Billy’nin yolculuğu, Amerikan rüyasının karanlık yüzüyle yüzleşmelerine dönüşüyor. Özellikle Wyatt’ın son sahnede motosikletini sürerken dönüp baktığı an, o kısa ama derin bakış, aslında seyirciye büyük bir mesaj veriyor.

Film sadece bir yol hikayesi değil, aynı zamanda dönemin toplumsal yapısını ve ayrımcılığı sorgulayan bir başyapıt. Son sahnedeki sert dönüş, izleyiciye özgürlüğün bedelini hatırlatıyor kesinlikle. Sinema tarihindeki en çarpıcı kapanışlardan biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Easy Rider’ın sunduğu Amerika manzarası, özellikle özgürlük, bireysellik ve hoşgörü konusunda ülkenin ne kadar bölünmüş olduğunu gözler önüne seriyor. 1960’lar aynı zamanda büyük sosyal hareketlerin ve değişimin başladığı bir dönemdi: Sivil haklar hareketi, polis baskısı, Vietnam Savaşı protestoları, Hippie kültürü ve gençlik isyanları gibi unsurlar, toplumu tamamen şekillendiriyordu. Ama filmin gösterdiği gibi, bu değişime direnen yobaz bir kesim de vardı.
Filmde Wyatt ve Billy, özgürlüğü temsil ederken, karşılaştıkları şiddet ise toplumsal dar görüşlülüğün o dönem hâlâ ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.


Film soundtrack olarak da müzik tarihinde çok önemlidir. Oldukça önemli Rock sanatçılarının yer aldığı belki de ilk soundtrack albümdür. Daha da fazlası var 500 bin kopyadan fazla satması nedeni ile Altın Plak ödülünü kazanmıştır.
Bu soundtrack albüm, Billboard listelerinde 72 hafta kalarak inanılmaz bir başarıya imza atmış, ayrıca 6. sıraya kadar yükselerek başarısını perçinlemiştir.
🎸🎸🎸
Seyirci Wyatt ve Billy’nin uyuşturucu sattığı ve satışın oldukça ilginç bir yerde uçak iniş pistinin orada gerçekleştiği sahne ile başlar filme. Steppenwolf’un “The Pusher” (Uyuşturucu satanlara argoda verilen isim) adlı şarkısı çalmaya başlar bu arada.
“The Pusher”
Satıcı
Bilirsin, çok ot içtim ben
Ey Tanrım, bir sürü hap da attım
Ama asla dokunmadım
Ruhumu öldürebilecek hiçbir şeye
Gördüm, yürüyüp giden bir sürü insan
Gözlerinde mezar taşlarıyla
Ama o satıcının umurunda bile değil
Yaşarsın, ölürsün aldırmaz buna
Tanrı belanı versin, satıcı
Tanrı belanı versin, dedim sana
Dedim ya Tanrı belanı versin
Belanı versin satıcı
Steppenwolf’un burada ‘dealer’ değil de ‘pusher’ sözcüğünü seçmesi önemli. Çünkü argoda, ‘sert maddeler’ satana ‘pusher’ deniyor. 60’lar karşı kültüründe ‘pusher’, sadece bir uyuşturucu satıcısı değil, aynı zamanda sistemin acımasızlıkla kâr eden temsilcisi, vicdansız sistem ajanı olarak görülüyor. Steppenwolf’a ve dönemin birçok Psikedelik sanatçısına göre, “Beden değil, ruh önemlidir.” Haliyle, LSD ya da marihuanaya değil, eroin, metamfetamin gibi yıkıcı, bağımlılık yaratan maddelere karşıdırlar.

‘Tanrı belanı versin’ cümlesi şarkıda, dönemin Blues/Gospel etkisiyle (God damn) tekrar edilir. Bu tekrarlar, ritüel bir lanet, bir Rock ayini gibi. ‘The Pusher’, yüzeyde bir uyuşturucu karşıtı şarkı gibi görünse de aslında sistemin bireyi, kâr hırsıyla mahvetmesine karşı bir çığlıktır.
🎸🎸🎸
Kısa süre sonra yine Steppenwolf’dan “Born To Be Wild” çalmaya başlar. Birçok film eleştirmeni filmin bu anında seyircinin inanılmaz etkilendiğinden bahseder. Filmin kahramanları birer motosiklet tutkunudur. Parçanın sözlerinde de bu çok net anlaşılır: Motosiklet tutkusu, özgürlük, macera…
“Born to Be Wild”
Özgürlük için doğmuş
Çalıştır motoru, kükresin!
Çık otobana, vur yola
Macera ara durmadan
Ne çıkarsa karşımıza
Evet sevgilim, yap şunu artık
Sar dünyayı aşkla, kucakla
Bütün silahlarını birden ateşle
Ve patla, fırlat kendini sonsuzluğa
‘Motoru çalıştır’; motosikleti kastediyor ama hayat enerjisini harekete geçirmek, “haydi başla!” anlamında kullanılmış burada. 1960’ların özgürlükçü yolculuk ideali; birey, sistemden kaçmalı, kendi yoluna gitmelidir. ‘Otoban’, özgürlüğün fiziksel ve sembolik karşılığı ve doğaçlama bir yaşam anlayışını sembolize ediyor. Beat kuşağı ve hippiler için yol, içsel bir keşif ve sistemden kurtuluştur.
İkinci dörtlükte ise; ”Sevgilim; hayal etme, harekete geç, dünyayı sevgiyle kucakla. Tutkularını, arzularını ve potansiyelini özgür bırak, zincirleri kır, sonsuzlukta kaybol. Patlat özgürlüğünü” der. ‘Born to Be Wild’, sadece motosiklet tutkusunu değil, sistemin normlarını reddeden bireyin doğasına sadık yaşama hakkını savunur. Bu bir Rock and Roll felsefesi değil, aynı zamanda bir varoluş manifestosudur: “Yolda bulurum kendimi. Ne olacaksa orada olacak.”
🎸🎸🎸
Filmin ortalarına doğru gitar efsanesi Jimi Hendrix’i dinlemeye başlıyoruz. Hippiler ve yobazlar arasındaki savaşı en iyi özetleyen şarkı sözlerinden:
”If 6 Was 9”
Eğer 6, 9 olsaydı
Şimdi eğer… 6, ha ha… diyelim ki 9’a dönüştü
Umurumda değil, zerre umurumda değil
Tamam, eğer bütün hippiler saçlarını kestirirse
Aldırmam, hiç aldırmam
Anla bak, çünkü benim geçeceğim kendi dünyam var
Ve seni örnek alacak değilim
Takım elbiseli muhafazakârlar
Caddede parıl parıl yürüyor
Plastik parmaklarıyla bana dikleniyorlar
İsterler ki benim gibiler hemen düşüp ölsün
Ama ben ne yapacağım?
Marjinal bayrağımı yükseklere, çok yükseklere kaldıracağım
Dalga geç, salla…
‘If 6 Was 9’ bir metafor. Çünkü bu metafor hem evrensel bir görsel espriye dayanıyor, hem de Hendrix’in ellerinde anlam kazanarak özgünleşiyor. ‘6 vs 9’ görsel metaforu İngilizcede bilinen bir espridir. Sen yere ‘6’ yazarsın, karşındaki onu ‘9’ görür. Her iki taraf da doğru görüyor, çünkü bakış açıları farklı. Ancak onu bu kadar derin ve varoluşsal bir simgeye dönüştüren kişi büyük ölçüde Jimi Hendrix’tir. “Bakış açını değiştir, gerçek değişsin.”
Aynı zamanda ‘6’ muhafazakarlığı, ‘9’ ise karşı kültürü simgeler.
6 → Geleneksel, alışılagelmiş, ‘düz’ bakış açısı.
Konformist yaşam,
Statüko (beyaz yakalılar, hükümet, aile düzeni),
“Ne görüyorsan odur” mantığı,
Sessiz kal, kurallara uy.
9 → Ters çevrilmiş, yeni bir perspektif, alternatif bir düzen.
Karşı kültür (hippiler, siyah özgürlük hareketi, sanatçılar),
Normların tersine yaşamak,
Bilinç genişlemesi, psikedelik bakış,
Sistemi sorgulamak, “kendin ol” ilkesi.
Hendrix şarkının devamında, ”Hippiler bile sisteme boyun eğse, Jimi kendi çizgisini bozmaz. Benim kendi gerçekliğim var; sizin sisteminize uymam” diyor. Ve takım elbiselilere, gerçek parmağı sallayarak, onlarla dalga geçerek bayraklarını daha yükseğe çıkartacağını söylüyor.

Bu soundtrack albümde kimler yok ki: Smith, The Byrds, The Jimi Hendrix Experience, Roger McGuinn… Esas bomba 2004 yılında gerçekleşir. Soundtrack başarıdan başarıya koşunca 2004 yılında “Deluxe Edition” olarak 2 CD halinde basılır. Kesinlikle arşivlik bu versiyonda ilk CD orijinal baskının aynısıdır ama 2. CD inanılmaz şarkılardan derlenmiştir: Eric Burdon & The Animals “San Franciscan Nights”, Jefferson Airplane “White Rabbit”, The Who “I Can See For Miles”, Procol Harum “Whiter Shade Of Pale”, The Moody Blues “Nights In White Satin” ve daha fazlası…
Sağlıkla ve sanatla kalın.
htrocker@yandex.com
STÜDYOİMGE’de YAYINLANMIŞ SOUNDTRACK’lar
