
Özgür Poyrazoğlu
23/05/2025
RAINBOW’DAN MÜSLÜM GÜRSES’E
BİR TAPINAK, İKİ YORUM: TEMPLE OF THE KİNG
Dün akşam bir restoranda Müslüm Gürses’in Affet’ini duyduğumda zihnimde tanıdık bir melodi çınladı. O ağır ve hüzünlü gitar girişi, beni bir anda yıllar öncesine, 1970’lerin ortasına ışınladı. Bu melodi hep çok tanıdık. (Spotify’da bu parçanın farklı yorumlarından oluşan bir çalma listem var yahu) Bu şarkının melodik yapısı, Rainbow’un 1975 tarihli parçası The Temple of the King. Müslüm Gürses’in yorumladığı Affet, melodisini Rainbow’un bu mistik Rock baladından alıyor. O anda bir kere daha kafamda çakan bu farkındalık, beni sadece iki şarkıyı değil, iki dünyayı da karşılaştırıp yazmaya itti.
The Temple of the King, Rainbow’un ilk albümü olan Ritchie Blackmore’s Rainbow’da yer alır. Bu albüm, Deep Purple’dan ayrılan gitarist Ritchie Blackmore’un kendi müzikal vizyonunu gerçekleştirmek için kurduğu yeni grubun bir manifestosu gibidir. Vokalde ise henüz o zamanlar geniş kitlelerce tanınmayan ama ileride metal dünyasının en ikonik seslerinden biri olacak Ronnie James Dio vardır. Bu ikili, ilk albümde özellikle barok tınılarla bezenmiş, mistik ve epik yapıda şarkılar üretmişlerdir. Temple of the King ise tam da bu ruhun ürünüdür.
Parça, mitolojik bir hikâyeye benzer bir kurguyla başlar. “One day, in the year of the fox…” dizeleriyle başlayan şarkı, doğudan gelen genç bir adamın içsel bir çağrıyla tapınağa doğru yola çıkışını anlatır. Sözlerde geçen “bell began to ring”, yani “çan çalmaya başladı” ifadesi, bir dönüm noktasını işaret eder. Adam, tapınağa ulaşır ve bu kutsal mekânda içsel bir aydınlanma yaşar. Şarkının anlatısı, bireysel uyanışı, ruhsal bir yolculuğu simgeler. Bu yönüyle hem Batı mistisizmine hem de Doğu felsefelerine göndermeler içerir. Tapınak, yalnızca bir yapı değil, insanın içinde ulaşmaya çalıştığı anlam noktasıdır. Şarkının ilk dizeleri de bunu güçlü bir şekilde hissettirir:
“One day, in the year of the fox
Came a time remembered well
When the strong young man of the rising sun
Heard the tolling of the great black bell…”
Bu dizeler, bir çağrının, içsel bir dönüşüm arzusunun metaforu gibidir.
“Tilkinin yılıydı, günlerden bir gün
İyi hatırlanan bir zaman geldi
Güneşin doğduğu yerden gelen güçlü genç adam
Büyük siyah çanın çalınışını duydu…”
“Strong young man of the rising sun” ise Doğu’dan gelen bir arayıcıyı temsil eder. Bu adam, içsel bir çağrıya kulak verir ve “büyük kara çan”ın çalmasıyla birlikte bir arayışa başlar.
One day in the year of the fox
When the bell began to ring
It meant the time had come
For one to go to the temple of the king
“Tilkinin yılıydı, günlerden bir gün,
Çanlar çaldı derinden, vakit gelmişti dün.
Yola çıkacaktı biri, kutsal bir çağrıyla,
Kral’ın Tapınağı’na, kadim bir sırla…”
Burada “temple” yalnızca fiziksel bir yapı değil, aynı zamanda içsel bir farkındalık, bilgelik ya da aydınlanma noktasıdır. Şarkının ilerleyen bölümlerinde bu genç adam tapınağa ulaşır ve “inside the temple of the king” dizeleriyle içsel huzuru veya cevabı bulduğunu hissederiz.
Bu mistik yapı hem Doğu felsefesinden hem de Batı mitolojisinden izler taşır.
Şarkının sonunda yer alan şu dizeler ise döngünün tamamlandığını ve yeni bir arayışın başladığını simgeler:
“Just a babe in a black velvet gown,
Looking up to the temple of the king…”
“Siyah kadife elbisesiyle yalnızca bir bebek,
Kralın tapınağına yukarı bakıyordu…”
Ritchie Blackmore’un gitarı, Dio’nun vokaliyle birleştiğinde ortaya çıkan atmosfer; yalnızca bir Rock parçası değil, adeta bir ritüel gibidir. Gitar solosu, sözsüz bir anlatı gibidir; sözlerin anlatamadığını melodik olarak aktarır. Dio’nun sesi ise hem güçlü hem de kırılgan hem anlatıcı hem arayıcıdır.


Ancak bu parçayı anlamak için yalnızca onu dinlemek yetmez. Onun hangi kültürel ve müzikal bağlamda doğduğunu da bilmek gerekir. Nitekim bazı müzikologlar, parçanın yapısını mistik ögelerle bezenmiş bir Rock baladı olarak tanımlar. Musicology.blog sitesinde yayınlanan bir makalede, şarkının Doğu mistisizmiyle Batı anlatı geleneğini harmanlayan yapısına dikkat çekilir. Makale, özellikle “the great black bell” gibi sembollerin spiritüel uyanışı simgelediğini ve tapınağın bu yolculukta ulaşılmak istenen hakikati temsil ettiğini belirtir. Ayrıca Dio’nun vokalinin bu spiritüel anlatımı güçlendiren teatral bir unsur olduğu da vurgulanır. Bunun için zaman makinesini biraz daha geriye saralım.

1968’de kurulan Deep Purple, Led Zeppelin ve Black Sabbath ile birlikte Heavy Metal’in öncülerinden biri sayılır. Ritchie Blackmore, bu grubun en karakteristik üyelerinden biridir. Klasik müzik eğitimi almış olması, onun gitarına farklı bir ton, bir zarafet kazandırmıştır. Ancak zamanla Deep Purple’ın içinde yaşanan çatışmalar, onu daha özgür bir alan arayışına sürükler. İşte bu noktada Rainbow doğar. Ve Rainbow, ilk döneminde tam anlamıyla bir Blackmore-Dio ortaklığıdır.

Rainbow, ilk albümünde Rock müziğin içine mitoloji, Orta Çağ hikâyeleri ve mistik öğeler yerleştirerek yeni bir stil yaratır. The Temple of the King de bu çizginin zirve noktalarındandır. Sonraki albümlerde Dio’nun gruptan ayrılmasıyla Rainbow daha ticari bir çizgiye evrilse de bu ilk albüm, Rock tarihinin ruhani boyutlarını da içeren nadide yapıtlarından biri olarak kalır.


Dio’nun bu parçada sergilediği vokal performans, yıllar sonra bile yeni yorumculara ilham kaynağı olmuştur. Parça, Ronnie James Dio & Yngwie Malmsteen ikilisi tarafından yeniden yorumlanmış, Alman gitarist Axel Rudi Pell tarafından da coverlanmıştır. Blackmore’un daha sonra kurduğu Folk Rock projesi Blackmore’s Night, bu parçayı daha pastoral ve akustik bir biçimde sahnelere taşımıştır. Bu versiyon, orijinal parçanın mistik temasını korurken daha sakin, dingin ve akustik enstrümanlarla zenginleştirilmiş bir yorum sunar. Blackmore’un eşi Candice Night’ın vokali, şarkıya adeta bir masal anlatıcısının yumuşak dokunuşunu katar. Bu haliyle Temple of the King, bir Rock baladından çıkıp adeta bir halk ezgisine, bir modern zaman efsanesine dönüşür.
Ve şimdi tekrar bugüne (bugüne olmasa da bugüne daha yakın bir yerlere, 2006’ya) dönelim. Müslüm Gürses’in Affet yorumuna…
Affet, 2006 yılında yayımlandı, şarkının sözleri Tuna Kiremitçi’ye ait. Melodisi, Rainbow’un The Temple of the King parçasından esinlenerek oluşturulmuştur. Gürses’in yorumunda, tapınağa giden bir adam değil; gözlerinde yaş, kalbinde pişmanlık taşıyan bir adam vardır. Şarkının sözleri, sevdiğinden af dilemenin yalvarışı üzerine kuruludur:
“Gözlerimde yaş, kalbimde sızı
Affet beni ne olur affet
Sensiz geçen her güne lanet ettim
Affet beni ne olur affet.”
Burada artık kutsal bir tapınak değil, yıkılmış bir ilişki vardır. Mistik değil dramatik, epik değil içli bir anlatım söz konusudur. Ancak ilginçtir: Melodi aynı melodidir. Ve bu da bize şunu gösterir: Müzik evrenseldir ama duygu her toplumda farklı dile gelir. Aynı ezgi, bir yerde kehanet olur, başka bir yerde yakarış.
İki versiyon arasındaki bu dönüşüm, yalnızca müziksel bir adaptasyon değil, kültürel bir tercümedir. Ve Müslüm Gürses’in (ya da Tuna Kiremitçi’nin) bu melodiyi seçip ona bambaşka bir anlam yüklemesi, onun müzikteki cesur yenilikçiliğinin ve sezgisinin de göstergesidir.


Sonuç olarak The Temple of the King, sadece bir Rock parçası değil; müziğin nasıl kültürler arasında yolculuk edebileceğini, nasıl farklı anlamlara bürünebileceğini gösteren eşsiz bir örnek. Bu melodinin hem İngiltere’de bir sahnede hem de Türkiye’de bir meyhanede yankılanabilmesi, müziğin evrensel ama bir o kadar da yerel bir anlatım biçimi olduğunu hatırlatıyor bize.
Belki bir gün, bir tapınakta çalacak aynı melodi… Belki bir başka gün, bir meyhanede rakı kadehleri tokuşturulurken yeniden yükselecek. Ama her zaman bir arayışın, bir duygunun sesi olacak: Temple of the King.
Bu noktada Temple of the King’in diğer yorumlarını da anmadan geçmeyelim:
· Ronnie James Dio & Yngwie Malmsteen versiyonu, teknik beceri ve dramatik yorum açısından dinlenmeye değerdir.
· Scorpions cover’ı, şarkının klasik haline oldukça yakın.
· Axel Rudi Pell cover’ı, şarkının klasik Rock yapısını modernize eder.
· Blackmore’s Night akustik yorumu ise parçada pastoral bir boyut açar.
· Ve Türkiye’den, resmi bir cover olmasa da Müslüm Gürses’in Affet yorumu, melodinin en dramatik, en içli versiyonlarından biri olarak ayrı bir yere oturur.
· Şarkının sözlerini yazan Tuna Kiremitçi’nin de Candan Erçetin ile birlikte söylediği versiyonu buraya eklememek de olmaz herhalde.
🎸

